Şu anda Avrupa
Parlamentosu’nda basın için ayrılan kuşbakışı locadan, genetiği değiştirilmiş
organizmalar (GDO) ile ilgili tartışmayı dinliyor olmam gerekirdi. Ama Parlamento
oturumlarını izlemek için geldiğim Strazburg’a ayak bastığım andan itibaren,
bir şekilde sıvışıp şu ‘Fransa ve Almanya arasındaki sınırdan’ - daha doğrusu,
olmayan sınırdan - geçmek ve o bölgede yaşayan insanlarla konuşabilmek için
fırsat kolluyorum.
Yüzyıllar boyunca
milyonlarca insanın hayatını mal olan korkunç savaşların yaşandığı Fransız-Alman
sınırında şimdi bir arada yaşayan insanlara sormak istediğim onlarca soru var.
Ne hissediyorlar? Sayısız savaş, acı, ve yıkımın ardından şimdi nasıl birlikte yaşıyorlar?
Gerçekten ortak bir yaşam kurmayı başarabildiler mi? Nefret, güvensizlik,
düşmanlık geride bırakabilir mi? Takside, Fransa ile Almanya’yı birbirine
bağlayan Pont de l’Europe köprüsüne doğru yol alırken bunları düşünüyorum.
Taksi şoförünün tok
sesiyle “Voila madame, Le Pont de l’Europe” demesi ile irkiliyorum. Karşımda,
Fransa ve Almanya arasında sınır namına sadece Ren nehri, Ren nehrinin üzerindeki
köprüde ise sadece bisikletine binen, köpeğini gezdiren, oltasını nehre
sallayan, yürüyüş yapan insanlar var. Bir avuç adanın bir ucundan diğer ucuna kağıt
kürek doldurmadan, kimlik göstermeden kontrolden geçmeden gidemeyen travmalı bir
Kıbrıslı olarak, gözlerim gayrı ihtiyari, bir bariyer, bir duvar, herhangi bir
tel örgü, resmi üniformalı bir görevli, bir polis kulübesi, ya da en azından yerde
sembolik de olsa, ilacına bir ‘çizgi’ arıyor. Köprüden geçerken, her an
kimliğimi ‘çekmem’ gerekebilirmiş gibi elimi çantama attığımı farkedip kendi
kendime gülüyorum.
Daha sadece 70
yıl önce akıl almaz kıyımların yaşandığı 2. Dünya Savaşı’nın iki karşıt tarafı
olan Fransa ve Almanya arasındaki köprüyü elimi kolumu sallaya sallaya geçerken,
karşımda ‘Bundesrepublic Deutschland’ yazılı tabelayı görünce artık Almanya’da
olduğumu anlıyorum. Çok güzel bir gün. Kehl kasabasının hemen girişinde Ren nehri
boyunca uzanan yemyeşil parka dalıyorum. Karşıma ilk olarak 23 yaşındaki genç
öğretmen Yannick çıkıyor. Yanında, 3-4 yaşlarındaki çocuklardan oluşan kreş sınıfı
var. Parkta gezmeye çıkardığı çocuklara meraklı bakışlarım altında hem Almanca
hem Fransızca hitap ediyor. Bana, giderek artan sayıda çocuğun artık kreş, anaokul
ve ilkokulda her iki dili de öğrendiklerini anlatıyor. Ortaokuldan itibaren ise
hem Almanca hem Fransızca zorunlu. “Savaş aptal bir şeydi. Şu anda birlikte
yaşıyoruz. Ben Almanım, ama kendimi bir Fransız’dan farklı hissetmiyorum,”
diyor. “Hiç mi sorun veya anlaşmazlık yaşamıyorsunuz?” diye ısrar ediyorum. “Aramızda
bir fark yok. Bizler aynıyız” diyor. Yannick’in büyük dedesi 2. Dünya
Savaşı’nda Fransızlara karşı savaşmış. “Bugün böyle yaşadığınızı görse ne
hissederdi?” diye soruyorum. “Eminim çok mutlu olurdu” diyor.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZ2FMozRQn-K4HajAufmGlJMuq6-yFQ16mHYALtp9xYko7p_1G-mfC_jafA3bGOoLZpiR8sy8x9-6zWBsxNKh4txUI4k8c0pHQdJO6lKsfETmWwsgkd-V7MYSNVIjk4j9WOWLHh52cPg4/s1600/10928026_10153010424914467_1397152188_n.jpg)
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_359vrZ9faimZ6BsWaYDHyzPOwVnQ0U3BfG_riOoJcFlncelgV9YwBUJpjbcAGyJmg584NwOCpmvxy4e-ZowMHvr9aZsoNAmz2EJ_YWMi7FDGkc1Ow2gl0sbnCeQPosAWYdS1eX77AZY/s1600/10917561_10153010427779467_1427520520_n.jpg)
Parktan çıkıp Kehl
kasabasının merkezine doğru yürüyorum. Küçük meydanda bir pazar kurulmuş. Satış
yapanları ve alışverişe gelenleri izliyorum. Hem Fransızca hem Almanca
konuşuluyor. Hatta bazen Fransızca başlayan konuşmalar Almanca bitiyor.
Konuşmasından Fransız olduğunu anladığım bir kadına yaklaşıp, neden buradan
alışveriş yaptığını soruyorum. “Çünkü burası Strazburg’dan daha ucuz,” diyor.
Ingrid’e göre Strazburg’da yaşayan birçok kişi özellikle yiyecek alışverişini,
daha ucuz olan Kehl’de yapıyor. “Peki Fransız yetkililer buna tepki göstermiyor
mu? Fransa yerine Alman ekonomisine katkıda bulunuyorsunuz?” cümleleri dökülüyor
ağzımdan. Bakışlarından, bu söylediğimin Ingrid için hiçbir şey ifade
etmediğini, hatta idrak edilebilir bile olmadığını anlıyorum. Strazburg’daki
bir Fransız ilkokulunda çalışıyor. Okuldaki Fransız çocukların, değişim
programları çerçevesinde belli dersleri gidip Almanya’daki bir okulda aldığını,
Alman çocukların da belli dersler için kendi okullarına geldiğini anlatıyor. Geçmişle
ilgili ne düşündüğünü soruyorum. “Fransız ve Almanlar savaşın kendilerine hiç birşey
getirmediğini anladılar. Eğer yaşamak istiyorsanız, geçmişte yaşamayı
bırakmalısınız,” diyor.
Konuştuğum
insanlardan, günde yaklaşık 60.000 aracın Strazburg ve Kehl arasında gidip
geldiğini öğreniyorum. Birçok Fransız, emlak fiyatlarının daha ucuz olduğu
Kehl’de yaşayıp Strazburg’da çalışmayı tercih ediyor. Özellikle gıda, giyim,
alkol ve sigara alışverişlerini Kehl’de, lüks tüketim ürünleri alışverişlerini
ise Strazburg’da yapıyorlar. Parkta vakit geçirmek, yürüyüş yapmak, küçük bir
kasabada sakin bir gün geçirmek için Kehl, büyük şehir hayatı,
kültürel-sanatsal aktiviteler ve eğlence için Strazburg tercih ediliyor.
Çoğunluk her iki dili de rahatça konuşuyor. Karışık okulların sayısı gün
geçtikçe artıyor. Özellikle gençler kendileri ile ‘diğeri’ arasında fark
görmüyor.
Tam, bu kadar
milli şuursuzluğun Ortadoğulu zihnime fazla geldiğini düşünmeye başlıyorum ki,
imdadıma Ingo Wilmer yetişiyor. 53 yaşındaki müzisyen, burada, tam
Alman-Fransız sınırında yaşamanın bazen kendisine zor geldiğini anlatıyor bana.
“Gençler hem Almanca hem Fransızca konuşuyor. İstedikleri tarafta yaşayıp, istedikleri
tarafta çalışıyor. Kendilerini Alman veya Fransız hissetmiyor. Burada artık kim
Fransız, kim Alman belli bile değil. Hiçbir milli kimlikleri kalmadı” diyor.
Rahatsızlığı hem yüz ifadesine, hem ses tonuna yansıyor. Babasının 2. Dünya
Savaşı’nda Fransızlara karşı savaştığını anlatıyor. Ama hemen ardından ekliyor:
“Ne yapalım, en azından huzur ve barış var.”
Beni hiç tahmin
edemeyeceğim kadar etkileyen bu tecrübeden dolayı hafif aptallaşmış bir şekilde
Strazburg’a dönmek için köprüye doğru yürürken karşıma iki sokak müzisyeni çıkıyor.
Çaldıkları şarkı tanıdık, gözlerim
doluyor:
Imagine there's
no countries.
It isn't hard to do
Nothing to kill or die for
And no religion too
Imagine all the people
Living life in peace...
No comments:
Post a Comment