Tuesday, 3 November 2015

Duvarın ardından Berlin (27 Ekim 2015)


Esra Aygın

BERLİN – Bir zamanların kudretli Berlin Duvarı’nın yıkık dökük zavallı kalıntısı karşısında sersemlemiş bir halde duruyorum. Gözlerim dolu dolu. On yıllar boyunca koca bir şehri bölüp parçalayan, bir halkı tahakküm altına alan, tarif edilemez ıstırap ve acılara neden olan Berlin Duvarı... Kalıntının üzerindeki üç kırmızı harf gözüme çarpıyor ve o anda beynimde dönen tüm soruları tek bir kelimede özetliyor – NEDEN...

Almanya’nın yeniden birleşmesinin üzerinden tam 25 yıl geçti. Bugün Berlin, bölünmüş bir şehirden, canlı, kozmopolit, renkli bir baş şehre dönüşmüş durumda. Duvar boyunca uzanan bomboş, ruhsuz tampon bölge, şimdi tüm bölünmüşlüklerin mantıksızlığını ve yapaylığını gözler önüne serercesine modern binalar, kafeler ve dükkanlarla dolu. İki bağımsız Berlin şehri – komünizme karşı mücadeleyi sembolize eden batı Berlin ve komünist sistemin baş şehri doğu Berlin – bir araya gelerek yeni, ortak bir kimlik bulmuş.

Ekim ayı başında, doğu, batı, güney ve kuzeyli milyonlarca Alman, ülkelerinin yeniden birleşmesinin 25. yıldönümünü bir arada kutladılar. Almanya’nın birleşmesi, yaşanmış olan tüm zorluklara rağmen bir ‘başarı hikayesi’ olarak değerlendiriliyor. Deutsche Welle gazetesinde yayınlanan ve 1000’den fazla 18 yaş ve üzeri Almanın, ülkenin birleşmesi ile ilgili düşünce ve hislerini ortaya koyan bir kamuoyu araştırmasına göre, Almanlar artık kimliklerini ‘batılı’ veya ‘doğulu’ olmak üzerinden tanımlamıyorlar. Özellikle gençler arasında güçlü bir birlik duygusu yaygın. Ankete katılanların yüzde 73’ü Almanya’nın yeniden birleşmesini bir başarı olarak görüyor. Aynı zamanda, yüzde 67’si birleşme sürecinin henüz tamamlanmamış olduğunu düşünüyor.

Neredeyse imkansızı başaran ve Berlin şehrini kelimenin tam anlamıyla birleştiren kişi olan Berlin eski belediye başkanı Eberhard Diepgen bu araştırma sonuçlarına katılıyor.

Deneyimli siyasetçi, 25. birleşme yıldönümü kutlamaları çerçevesinde Berlin’de bulunan bir grup uluslararası gazeteciye, “Birleşme kesinlikle bir başarı hikayesi. Bölünmüşlüğün büyük oranda üstesinden geldik ve bugün Almanya, İspanya veya Belçika’dan çok daha birleşik. Ancak, bir yeniden birleşme sürecinin tamamlanması mümkün mü? Yeniden birleşme bir mentalitedir; sosyalleşme, sosyal organizasyon sürecidir. Ve hep devam eder” diyor.

1991 yılında Berlin’in bir bütün olarak düzenlediği ilk belediye seçimlerinde başkan seçilen ve 2001 yılına kadar bu görevde kalan Diepgen, iki bağımsız şehri fiziksel olarak birleştirmek gibi zorlu bir görevi üstlendi. Engin tecrübesinden bahsederken, bölünmüşlüğün üstesinden gelmek konusunda yaşadığı en büyük zorluğun, tamamlanması gereken fiziki işler değil, insanlar arasındaki uzlaşmayı sağlamak olduğunu belirtiyor.

“Ofisime geldiğimde hepimizin Berlinli olduğunu ve her şeyin pürüzsüz ve kolay olacağını düşünüyordum. Altyapıyı veya idareyi bir araya getirmenin, veya yeni bir sistem kurmanın çok da zor olmadığını, mentaliteleri, insanları bir araya getirmenin çok daha zor olduğunu öğrenmek zorunda kaldım” diyor Diepgen. “40 yıllık bölünmüşlüğün ardından insanların mentaliteleri birbirinden çok farklı oluyor.”

On yıllar boyunca farklı değerlere, eğitim sistemlerine, siyasi, sosyal ve idari süreçlere maruz kalan insanlar arasındaki farklılıklardan dolayı en küçük finansal kararlar bile tartışmalı, hassas mevzular haline gelebiliyor, diyen Diepgen, şu tavsiyede bulunuyor: “Toplumsal huzur ve barış için, siyasi kaygılar ekonomik kaygıların önünde tutulmalı. Bunu yapabildiğiniz sürece elinizi cebinize atın ve ekonomik kaygıları bir tarafa koyun. Eğer insanları rahatlatacaksa o harcamayı yapın. Projeleri durdurmayın. Çünkü bu, ekonomik mantık ile alınmış bir karar olarak değil, insanların hislerini derinden etkileyen bir ayırımcılık sorunu olarak algılanıyor. Çok ince bir denge tutturmanız gerekiyor.”

Örneğin, belediye başkanlığını devraldıktan sonra Diepgen’in yaptığı ilk şey ‘Berlin’in batıdan değil, merkezden yönetildiğini sembolize etmek adına’ belediye binasını eski batı Berlin’den şehrin ortasına taşımak olmuş.

Almanya’nın yeniden birleşmesinin ardından geçen çeyrek asırda Berlin ekonomik, sosyal ve siyasi dönüşümün yanı sıra, mimari olarak da çok büyük bir değişimden geçti ve hala geçiyor. Bugün Berlin, şehrin her yerinde yeni binalar, renovasyon ve restorasyon çalışmaları yapan binlerce vinçle devasa bir inşaat alanını andırıyor.

Diepgen haklı olarak Berlin’in geçirmiş olduğu, ve zor, hatta zaman zaman tartışmalı kararlar gerektiren inanılmaz dönüşümle gurur duyuyor:

“Eski doğu Almanya sisteminin bazı üyelerini kamu görevinde tuttuğum için çok eleştirilmiştim. Örneğin polis... Polis Komünist Parti’nin bir parçasıydı. Ne yaparsınız? Hepsini işten mi çıkarırsınız? Veya öğretmenler... Hepsi Komünist Parti’nin üyesi değildi belki, ama hepsi sisteme yakın insanlardı. Hepsini kovar mısınız? Eğer en önemli görevlerin tümünü batı Almanlar üstlenmiş olsaydı, bu birleşme değil, batının doğuyu tamamıyla ele geçirmesi olurdu. Kırk yılı aşkın bir süre boyunca var olmuş bir sistemi tamamıyla silip yok edemezsiniz.”


Şu anda 74 yaşında olan ve tüm hayatı boyunca batı Berlin’de yaşamış olan eski belediye başkanı hep “sınırlar, duvarlar ve barikatlardan arınmış bir şehir” hayal etmiş. Şimdi hep hayal ettiği şehirde yaşıyor. Berlin Duvarı artık şehrin baskın öğesi olmaktan çok uzak; toplumsal bir anı olarak bakılan kalıntılara, asfalt yolun kenarındaki sembolik bir çizgiye veya hediyelik eşya olarak satılan beton parçacıklarına indirgenmiş durumda. Berlin Duvarı’nın meşhur geçiş noktası ve Soğuk Savaş’ın sembolü Checkpoint Charlie ise, sınırı koruyan Amerikan askeri gibi giyinmiş genç adamla fotoğraf çektirmek için sıraya giren milyonlarca turist ile sadece bir cazibe merkezi artık.

No comments:

Post a Comment