Tuesday 3 June 2014

Dışişleri Bakanı Özdil Nami ile Röportaj (2) (Havadis Gazetesi, 11 Nisan 2014)


Nami: AB Müzakere Masasında Olamaz

Dışişleri Bakanı Özdil Nami, şu an kapsamlı çözüm müzakerelerinde yaşanan sıkıntının siyasi irade eksikliğinden kaynaklandığını belirterek, iki liderin biraraya gelerek gerekli talimatlandırmayı yapmaları ve müzakerelerin önünü açmaları gerektiğini vurguladı.

Nami, Kıbrıs Rum tarafının, Avrupa Birliği’nin müzakere masasına bir taraf olarak katılması talebinde bulunduğunu, ancak bu talebin Kıbrıs Türk tarafınca reddedildiğini söyledi. Nami, “Rumların, AB temsilcisini - kendi üyesi oldukları bir kurumdan ve atanmasında da söz sahibi oldukları, etki sahibi oldukları bir bireyi - müzakere masasında bir tarafmış gibi oturtmaları fazla olumlu bakabileceğimiz bir tavır değil. Müzakere masalarının kendilerine has ortamları vardır. Psikolojik ortamları vardır. Bunlar çok dikkatli düzenlenir,” dedi.

Maraş’ın kapsamlı bir çözümden önce açılması konusunda ne AB’den ne de ABD’den bir baskı gelmediğinin altını çizen Dışişleri Bakanı Nami, şu anda Maraş ile ilgili yapılan tartışmanın, kapsamlı çözümden önce Maraş bölgesinde, ön hazırlık niteliğinde bazı teknik çalışmaların başlayıp başlayamayacağı ile ilgili olduğunu söyledi.


Soru: Son çözüm sürecine çok büyük bir umutla başladık. Her iki taraf da çok kararlı ve iyimser görünüyordu. Ama maalesef yine aynı filmi izlemeye başladık. Taraflar yine birbirini suçlamaya başladı. Hiçbir ilerleme yok gibi.  Neler oluyor?
Nami: Müzakereler daha yeni başlıyor, o nedenle bence buna bir fırsat tanımak lazım. İyi haberlerin geldiği dönemler de olacak, gerginliğin yaşandığı dönemler de olacak. Bunlar müzakere sürecinin ayrılmaz parçalarıdır. Elbette ki, bu kadar güçlü bir ortak açıklama metninin ortaya çıkmasından sonra, en azından hemen akabinde, olumlu mesajların gelmesi özlenen, arzu edilendi. Bu kadar kısa bir süre sonra böyle menfi açıklamaların yapılması hepimiz için bir endişe kaynağıdır. Türk tarafı çok makul bir şekilde müzakere sürecinin hızlanması talebini ortaya koydu. Rum tarafının buna henüz olumlu cevap vermemesi bizim için bir hayal kırıklığı, ve bunu anlamamız mümkün değil. Liderlerin ayda bir, müzakerecilerin haftada bir buluşacağı bir temponun yetersiz bir tempo olduğunu daha önce de açıkladık. Bu değerlendirmemizin de arkasındayız. Diğer taraftan, Rum tarafının kendi iç siyasi nedenlerinden dolayı bugüne kadar oluşturulmuş olan yakınlaşma kağıtlarına sahip çıkmayı reddetmesi de önemli bir sorundur. Ama bu, bugün ortaya çıkmış yeni bir sorun değil. Ortak açıklama metni hazırlanmadan önce, Sayın Cumhurbaşkanı ‘ortak açıklama metnine gerek yok, bugüne kadar olan yakınlaşma kağıtlarını teyit edelim, ortak açıklamalara saygı duyduğumuzu teyit edelim ve o zemin üzerinden devam edelim, bu yeterlidir’ demişti. Ama Rum tarafı bunu reddetmişti. Bunu bu kadar açık şekilde kabul etmeyi siyaseten uygun bulmamışlardı.

Soru: Açık açık ‘biz kesinlikle yakınlaşma kağıtlarını zemin almayacağız’ dedi mi Rum tarafı?
Nami: Evet açık pozisyonları buydu. ‘Resmi olarak yakınlaşma kağıtlarını zemin olarak kabul etme durumunda olamayız’ şeklinde net bir tavırları vardı. Zaten bunun için ortak açıklama metni çalışmasına girilmek zorunda kalınmıştı.

Soru: Tamam resmi olarak bunu söylüyorlar, ama gayrı resmi olarak kabul ediyorlar mı?
Nami: Burada herkesin dikkatli değerlendirme yapması lazım. Bazen siyaseten çok açık olarak ifade edemediğimiz unsurları müzakere masasında çeşitli yollarla konuşma imkanı yaratabilirsiniz. Bu müzakere sürecinin, diplomasisinin içinde ele alınması gereken bir unsurdu… Tabii, Rum tarafının kendini böyle bir sıkıntı içinde hissetmesi, doğal olarak müzakere sürecinin beklenen hızda ilerlemesinin önünde bir engeldir. Eğer daha cesur bir şekilde AKEL’in de verdiği desteği kullanarak ‘yakınlaşma kağıtları müzakere masasındadır, yapmamız gereken bunların üzerinden bir bir geçmektir ve tarama sürecini böyle disiplinli bir şekilde bitirmektir’ deselerdi, o zaman daha sıkıntısız ve daha hızlı bir şekilde bu tarama süreci hemen biterdi ve derhal köprü kurucu öneriler ve hemen akabinde de al-vere geçilebilirdi. Ama şu anda bu yapılamıyor. Yapılamadığı için de, Türk tarafı sürecin aksayacağından endişe ediyor ve bunu ifade ediyor. Rum tarafı da, Türk tarafının bu endişeleri dillendirmesine tepki gösteriyor ve ortam geriliyor.

Soru: Peki biz bu yakınlaşma kağıtlarını kabul etmeye hazır mıyız? Türk tarafının da bu yakınlaşma kağıtlarına yüzde yüz uygun olmayan bazı pozisyonlarla masaya geldiği doğru mu?
Nami: Sayın Cumhurbaşkanı Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne bir mektup yazarak bugüne kadar varolan zirve anlaşmaları, ortak açıklamalar, ilgili BM Güvenlik Konseyi kararları ve yakınlaşma kağıtlarında bulunan mutabakatlara saygı duyduğunu bildirdi. Dolayısıyla, bu konuda Türk tarafından kaynaklanan bir sıkıntı yok. Burada tarafların ortak açıklama çerçevesinde ileriye gitmeleri için önemli bir fırsat penceresi var. Bununla ilgili olarak bugün bazı sıkıntılar yaşansa bile, genel istikamet bence hala daha doğru yoldadır. Her iki tarafın da resmi açıklamalarına baktığınızda, ortak açıklamada tarif edilen şekilde bir federal çözüme ulaşmak için çalışacaklarını ve amaçlarının bu olduğunu söylüyorlar. Bu önemlidir. Müzakere sürecinde yaşanan aksaklıklarla ilgili olarak birbirlerine yardımcı olmak durumundadırlar. Eğer bu temsilciler seviyesindeki sıkıntı büyürse, liderler oradadır. Liderler biraraya gelirler. Zaten, Sayın Anastasiades her ne kadar ‘ayda bir buluşalım’ diyorsa da, ‘gerekirse daha erken buluşabiliriz’ şeklinde bir ifadesi var. Belki bu devreye konur ve iki lider biraraya gelerek yaşanan sıkıntıyı masaya yatırırlar, ve siyasi talimatlandırmayı yaparak müzakerecilerin önünü açabilirler.

Soru: Peki Rum tarafının neden yakınlaşma kağıtlarını kabul etmiyor ve ayda bir görüşmeye devam etmek istiyor? Daha sık görüşmek için gereken çalışmaları mı yetiştiremiyorlar teknik olarak, yoksa amaç zaman kazanmak mı? Kuzey’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerini beledikleri yönünde bazı söylentiler var.
Nami: Tabii akıllarından ne geçtiğini tam olarak bilmem mümkün değil. Ancak şunu söyleyebilirim: ‘Daha sık görüşmeye teknik olarak hazırlanmamız mümkün değil’ gerekçesini geçerli bir gerekçe olarak kabul etmek mümkün değil. Biz de çok yoğun müzakere süreçlerini yaşadık. Çok daha sık tempolarla buluştuğumuz dönemler oldu. Ve güçlü ekiplerle o tempoda herhangi bir sıkıntı yaşamadan faydalı işler çıkardık. Rum tarafında da bu kabiliyet olduğunu biliyoruz. Yeter ki siyasi talimatlandırma bu yönde yapılsın.

Soru: Yani problem siyasi irade mi?
Nami: Evet. Bence neticede konu dönüp dolaşıp o siyasi iradeye geliyor.

Soru: Anastasiades bu süreç için birçok siyasi risk aldı. Şimdi neden siyasi irade konusunda sıkıntı yaşıyor?
Nami: Bu yaşadıkları tereddütler nedendir bunu onlara sormak lazım. Kapsamlı çözümü 2015’in sonuna doğru kurguladıklarına dair bazı söylemlerini biz de takip ettik. Biz bu görüşe katılmıyoruz. Biz, önümüzde önemli ama dar bir fırsat penceresi olduğunu görüyoruz ve buna en kısa zamanda ulaşmamız gerektiğini, konjonktürün buna uygun olduğunu, zamana oynamanın şu anda öngörülemeyen riskleri de beraberinde getireceğini düşünüyoruz. Eğer böyle bir anlayış içerisindelerse, bunu tekrar değerlendirmeleri yerinde olur. Bu tavırları müzakere sürecine olan inancın erozyona uğramasına sebep olur. Şu anda ortak açıklamanın oluşması ile her iki tarafta da sizin de ifade ettiğiniz gibi olumlu bir ortam oluştu. Her iki taraf da çözüme hazır. Sendikalar, iş adamları, hatta dini liderler bile sürece destek veriyor. Diğer taraftan, burada mecliste temsil edilen tüm siyasi partiler sürece destek veriyor. Rum tarafında ise, ana muhalefet partisi AKEL dahi DİSİ’ye destek verir bir noktaya geldi. Bunu değerlendirmeyen taraf bence ona duyulan iyi niyete büyük bir darbe vurur, sürecin tamamına muazzam bir inançsızlık oluşmasına neden olur ve sürece çok büyük zarar verilir. Muhatabınızın sizinle sorunları aşabileceğine inanabilirsiniz veya inanmayabilirsiniz. Ama bu inançları test etmediğiniz sürece bu bir mana ifade etmez. Eğer muhatabınız ‘ben buna hazırım’ diyorsa, sizin üzerinize düşen görev bunu onunla birlikte yaşamak, test etmek, sonuna kadar zorlamaktır diye düşünüyorum.

Soru: BM veya diğer uluslararası aktörlerin yakınlaşma kağıtları ile ilgili tutumu ne? Bunların temel olarak alınmasını destekliyorlar mı yoksa herşey masadadır anlayışı mı var?
Nami: Genel kabul gören söylev, müzakerelerin sıfırdan başlayamayacağı ve BM müktesebatı diye tarif edilen ve bugüne kadar oluşturulmuş tüm yakınlaşmalardan oluşan o büyük bilgi birikiminin mutlaka bundan sonra oluşacak yakınlaşmalar için kullanılması gerektiği yönündedir. Bu kadar emeği hiç kimse elinin tersiyle itemez, ne Türk tarafı, ne de Rum tarafı. Zaten gerçek niyetin de bütün bu çalışmaları sıfırla çarpmak olduğunu düşünmüyorum. Az önce söylediğim gibi, bunların kullanılış şekli ile ilgili bazı değerlendirmeler olduğunu tahmin ediyorum.

Soru: Ne demek kullanılış şekli?
Nami: Bazen ne dediğiniz değil, nasıl dediğiniz önemlidir. Bunların masada kullanılması, sunulması ile ilgili Rum tarafının belirli hassasiyetleri olduğu anlaşılıyor. Bununla ilgili tarafların birbirine yardımcı olması lazım. Yalnız Rum tarafı ile ilgili başka bir endişe de müzakere masasına sundukları pozisyonlardan kaynaklanıyor. Yani konu sadece yakınlaşma kağıtlarının kullanılma şekli ile ilgili olsa belki daha rahat ve daha sancısız bir şekilde aşılırdı. Veya Türk tarafında bu kadar büyük bir endişeyi tetiklemeyecek şekilde aşılırdı. Ama müzakere masasına oldukça uç önerilerle gelmeleri Türk tarafında derin bir endişeye yol açtı. Ve belki bugün gösterilen tepkinin arkasında yatan sebeplerden biri de budur.

Soru: Siyasi eşitliğe aykırı bazı pozisyonlar mı kondu masaya?
Nami: Ben müzakere masasında ifade edilenlerle ilgili bir ifşaatta bulunamam. Müzakerelerin gizliliğini korumamız lazım. Bunlarla ilgili bazı açıklamaları bazı çevreler yaptı, ama ben müzakerelerin gizliliğinin korunması gerektiğine inanıyorum. Yalnız, genel anlamda şunu söylemekten de çekinmem: Rum tarafının müzakere masasına koyduğu bazı öneriler, gerçekten çok geçmiş yıllarda kalan başlangıç pozisyonları. Bunun yapılmaması gerekir. Bu Türk tarafının da benzer bir pozisyon koymasını tetikler.

Soru: Türk tarafı da konfederasyonu çağrıştıran bazı pozisyonları masaya koymakla eleştiriliyor?
Nami: Hayır biz Türk tarafı olarak yakınlaşma kağıtlarında bugüne kadar oluşmuş pozisyonları masaya götürdük. Onun dışında bir pozisyon sergilenmedi.

Soru: Yani eski konfederal tezlere geri dönmüyoruz?
Nami: Hayır. Yalnız, Sayın Eroğlu göreve geldiği ilk dönemde özellikle egemenlik kavramı ile ilgili İsviçre Anayasası’ndan alıntı bazı unsurları kendi pozisyonu olarak müzakere masasında sundu. Ve Rum tarafı da bunu, İsviçre bir konfederasyon olduğu için, hemen ‘Türk tarafı konfederasyona yakın taleplerde bulunuyor’ diye niteledi. Ama bu artık geride kaldı. Ortada ortak açıklama metni var ve ortak açıklama metninde özellikle egemenlik konusu çok net bir şekilde tarif ediliyor.

AB’nin müzakere masasında yer alması talebini reddettik

Soru: Avrupa Birliği’nin görüşmelere daha aktif şekilde müdahil olmak istediği ancak Türk tarafının bunu reddettiği doğru mu?
Nami: Avrupa Birliği ‘daha çok müdahil olmak istiyoruz’ şeklinde bir yaklaşım sergilemedi, ama daha fazla katkı koymaya hazır olduklarını ifade ettiler. Ama bunu bir talep olarak değil bir öneri olarak, bir teklif olarak sundular. Talep Rum tarafından geldi. Rumlar, Avrupa Birliği’nin müzakere masasında yer almasını istediler, bir nevi gözlemci gibi. Yani bir öneri sunma hakkı olan veya müdahale hakkı olan taraf olarak değil, ama tartışmaları izleyen ve talep edilmesi halinde öneriler getirip de katkı koyma imkanına hazır bir taraf olarak. Fakat bizim buradaki değerlendirmemiz Rum tarafınınkinden farklı. O da şu; biz Türk tarafı olarak diyoruz ki, ‘AB komisyonu başkanının temsilcisi zaten ara bölgede bulunuyor. Müzakere odasının hemen yanında bir odası var.’

Soru: Müzakerelere giriyor mu?
Nami: İki lider talep ederse... Kendisini davet edip ‘biz şu konuyu tartışıyoruz, bu konuyla ilgili sizin görüşünüz nedir, AB müktesebatı bu konuda neyi söyler, bizim bu konuda aklımızdaki aranjmanı AB müktesebatına nasıl dercedebiliriz’ şeklinde sorular yöneltme imkanına zaten sahibiz. Yani o görevliyi bunun ötesine geçip müzakere masasına bir tarafmış gibi oturtmanın ne maksadı olabilir? Bu Rum tarafının ‘işte AB de bizim yanımızda’ şeklinde bir güç gösterisine de dönüşebilir. Bu tabii Türk tarafını rahatsız eder. Çağrıldığında gereken yardımı vermek üzere hazırda duruyor zaten bu AB temsilcisi. Onun için bu format da madem bugüne kadar iyi netice verdi, bunu bozmaya veya değiştirmeye bir gerek olmadığını düşünüyoruz.

Soru: Yani biz AB’nin müzakere masasında yer alması yönündeki talebi reddettik?
Nami: Rum tarafının koyduğu şekliyle bu talebini reddettik. Ama bu, AB Komisyonu’na karşı menfi bir tavır değil. Ya da onlarla diyalog kurmuyoruz diye bir irade beyanı değil. AB Komisyonu’nun temsilcisi Cumhurbaşkanlığına da gidiyor, Dışişleri Bakanlığımıza da geliyor. Bu tip temaslar sürüyor zaten. Müzakerelerin olduğu dönemlerde de liderlerin çağrısına cevap vermek için hazır bir şekilde orada bekliyor. Ve o mekanizmada da herhangi bir sıkıntı yok.

Soru: Peki katılmasında ne dezavantaj olur? Nedir endişemiz?
Nami: Şu anda mevcut formatta herhangi bir eksiklik hissedilmedi. Yani Kıbrıslı taraflar olarak birşey yapmak istedik ve bu kapasiteye ulaşamadık ve bunu elde edemedik onun için bu formatı değiştirelim diye bir ihtiyaç doğmadı. Böyle bir ihtiyaç doğmadan, Rumların AB temsilcisini - kendi üyesi oldukları bir kurumdan ve atanmasında da söz sahibi oldukları, etki sahibi oldukları bir bireyi - müzakere masasında bir tarafmış gibi oturtmaları fazla olumlu bakabileceğimiz bir tavır değil. Müzakere masalarının kendilerine has ortamları vardır. Psikolojik ortamları vardır. Bunlar çok dikkatli düzenlenir. Kendi üyeleri oldukları bir kurumu bir tarafmış gibi müzakere masasına dahil etmekle, tabii ki bir üstünlük elde etmeye çalışıyorlar. Türk tarafının da buna izin vermesi mümkün değil. Çünkü normalde olarak olması gereken nedir? AB neyin taahhüdünü verdi? Varılacak bir anlaşma AB yasalarına uyarlanacak, AB kendini uyarlayacak, akomode edecek.

Soru: Çözümün AB ilkelerine uygun olması koşuluyla...
Nami: Tabii, ama ilkeler bir şeydir, müktesebat başka birşeydir. İlkeler nedir? İnsan haklarına saygı, hukukun üstünlüğüne saygı, demokrasiye saygı gibi unsurlardır. Müktesebat ise çok detaylı bir sürü yasadır. Mevcut yürürlükte olan yasalardır. Kıbrıs çözümü ilkelere uyumlu olacak. Yani varacağımız çözüm insan haklarına hukukun üstünlüğüne demokratik ilkelere saygılı olacak. Ama müktesebatın içerisinde yazılan her bir kural bağlayıcı değil çünkü Kıbrıs’ın iki bölgeli iki toplumlu karakterinin korunması lazım. Eğer müktesebatta bunu engelleyen bir unsur varsa o zaman onunla ilgili derogasyonların devreye girmesi gerekecek. O derogasyonların ve o düzenlemelerin ne olacağına biz Kıbrıslılar olarak karar vereceğiz ve AB’ye dönüp diyeceğiz ki, ‘bizim federal yapımızın yaşayabilmesi için böyle bir düzenlemeye ihtiyaç var, bunu akomode edin.’ O noktada işte, van Nuffel gibi birinin görevi devreye girecek ve diyecek ki, ‘tamam, biz bunu şu şekilde akomode edebiliriz, şu cümleyi şu şekilde değiştirirseniz bu daha rahat olur, vesaire.’  Ama ilk önce o müzakere masasında, AB olmadan bizim ne yapmamız gerektiğini ortaya çıkarmamız lazım. Halbuki şimdi durup da AB temsilcisini müdahil ederseniz, AB temsilcisi neyle bağlıdır? Mevcut, yürürlükteki müktesebatla bağlıdır. O hemen müdahil olur, ‘hayır bu konuştuğunuz bizim hâlihazırda yürürlükteki müktesebatımıza aykırıdır, biz bunu kabul edemeyiz’ demek zorunda kalır. Onun için bu dinamiği iyi ve dikkatli tesis etmemiz lazım.

Soru: ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Rubin niye geldi?
Nami: Herhangi bir doğrudan müdahale vesaire için değil. Ortak açıklamadan sonra bugün gelinen aşama nedir, beklentiler çerçevesinde midir yoksa sıkıntılar mı var, varsa sebepleri nelerdir, bunlarla ilgili değerlendirme yapmaya geldi.  Hepimiz artık biliyoruz ki Amerika Birleşik Devletleri’nin Dışişleri Bakanının adayı ziyareti mevzubahis. Belki Başkan Yardımcısının da gelmesi gündeme gelebilir. Ama bunların öngörülebilmesi için burada da tabii ki ona uygun bir ortamın olması lazım.

Soru: Maraş için geldiği doğru mu?
Nami: Bizimle bu konuda herhangi bir gündem olmadı.

Soru: Uluslararası toplumda Maraş konusunda fikir birliği var. Maraş artık en önemli güven artırıcı önlemlerden biri olarak sürekli gündeme geliyor ve biz gene bu konuda dünyanın tersine gider bir durumundayız.
Nami: Tarif ettiğiniz şekilde bir durum ortada yok. Maraş konusunda ne bir AB projesi var ne Amerika müdahalesi var. Hiçbirşey yok. Aslında işin gerçeği olayın tam tersi. Bakın, Maraş’a ortak açıklamada yer dahi verilmedi. Maraşla ilgili ‘bir güven artırıcı önlemdir’ diye bir kavram ortada yok. Artık olay, olması gereken raya oturdu. Maraş kapsamlı çözümün bir parçasıdır. Şu anda tartışılan boyutu, ‘tamam kapsamlı çözümün bir parçasıdır, ama acaba kapsamlı çözümden önce Maraş bölgesinde bazı teknik çalışmalar başlayabilir mi’ boyutudur.

Soru: Ne gibi?
Nami: Ön hazırlık anlamında. Örneğin binaların sağlamlığı ile ilgili, altyapının durumu ile ilgili, çevresel faktörlerin durumu ile ilgili. Yani kapsamlı çözümde Maraş mutlaka açılacak. Madem ki mutlaka açılacak, acaba daha rahat ve daha hızlı bir şekilde açılmasına fayda sağlayacak teknik çalışmalar daha önceden başlayabilir mi gibi bir noktaya geldi şimdi tartışmalar.

Soru: Başlayabilir mi?
Nami: Bu tartışmalar için şimdi daha çok erken. Bakın henüz daha müzakerecileri haftada birden fazla biraraya getiremiyoruz. Liderleri ayda bir iki saat görüşmenin ötesine geçiremiyoruz. Yani böyle bir ortamda şimdi Maraşla ilgili teknik çalışma başlayabilir mi başlayamaz mı tartışmaları biraz havada kalıyor. Önce sürecin gerçekten bu ilk aşamayı atlatması ve gerçekten olumlu sonuç üretir bir modaliteye kavuşması lazım ki, diğer bu tip konuları yavaş yavaş konuşmaya başlayabilelim.

Soru: Ortak açıklamanın hazırlanmasında ve sürecin başlamasında ABD’nin çok büyük desteği oldu. Şimdi sürecin ilerlemesi için benzer bir destek veya baskıya mı ihtiyaç var?
Nami: Ben kesinlikle baskı kelimesini kullanmam. Bu süreci yaşamış bir insan olarak ne Amerika’dan ne de başka bir taraftan üzerimizde herhangi bir baskı hissetmedik. Ama yardımcı olmaya çalıştılar gerçekten. Özellikle, Sayın Downer’in adada olmadığı dönemlerde karşılıklı mekik diplomasisinde önemli bir katkıları oldu ve biz de bunu memnuniyetle karşıladık.

Soru: Yoğunluğu azaldı mı o yardımın?
Nami: Şu anda Amerika üzerinden o yoğunlukta bir mekik diplomasisine ihtiyaç hissedilmedi çünkü şu anda müzakereler BM çatısı altında başladı. Süreç devam ediyor. Ama Amerika gerektiği noktada tekrar yardımcı olabilmek için süreci çok yakından takip ediyor. Gerek buradaki büyükelçileri gerekse, Sayın Rubin gibi isimlerle tarafları dinliyor, ortada görünen sıkıntıların nereden kaynaklandığını doğrudan taraflarla konuşarak öğreniyorlar kendi değerlendirmelerini oluşturuyorlar. Eğer bu şekilde devam ederse o zaman bunun aşılması için taraflara tekrar yardımcı olmaktan da geri kalmazlar. Tabii taraflar bunu kabul ederse ve bunda bir fayda görürlerse.

Soru: Ama şu anda böyle bir dahiliyet henüz yok?
Nami: Hayır.

Soru: Olması gerektiğini düşünüyor musunuz?
Nami: Bizim tercihimiz bütün bu sürecin Kıbrıslılar tarafından yürütülmesi ve Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin ortak projesi olarak ilerletilmesi, öyle algılanması, sahiplenilmesi. Bence kalıcı çözüm bu şekilde olur. Kimseye bir mazeret vermememiz lazım. ‘Biz aslında istemiyorduk da birileri bize dayattı’ gibi bir durum olmamalı. Dolayısıyla, bazen zorlansak da sorunlarımızı kendi başımıza halletmek için çok çaba sarfetmemiz lazım. En son kertede, çok ilerliyoruz, ama bir türlü nihayetine varamıyoruz, o noktada bir yardıma ihtiyaç hissettiğimizde yabancıların yardımını almamız gerekir diye düşünüyorum. Bizim şu anda yabancılarla ilgili beklentimiz, Rum tarafının daha sık görüşme ve bugüne kadar oluşmuş yakınlaşmalara saygı gibi konularda teşvik edilmeleri yönünde. Yabancıların da bizim değerlendirmelerimize katıldığını düşünüyoruz. Herkesin kanaati önemli bir fırsat penceresi olduğunu dolayısıyla temponun hızlanması gerektiğini bunun da mümkün olduğunu söylüyorlar. Onun için bu değerlendirmelerini daha sık bir şekilde Rum liderliği ile paylaşmaları, diğer taraftan eğer süreç Türk tarafından kaynaklanmayan nedenlerden dolayı uzuyorsa, o zaman Türk tarafının da bir şekilde izolasyonlardan kurtulması, diğer ülkelerle, üçüncü taraflarla ilişkilerinin artırılması vesaire gibi konularda atmaları gereken adımları hızlandırmaları gerekir. Yani Türk, tarafını Rumların inisiyatifine rehin olarak bırakmamaları gerekir.

Soru: Teşekkür ederim. Eklemek istediğiniz birşey var mı?
Nami: Hiç kimsenin morali bozulmasın. Kıbrıs müzakereleri artık geri döndürülemez bir şekilde federal çözüme doğru yol almakta. Bu gemi bu limandan kalktı. Elbette, bu yolculukta bazen deniz çalkantısı olacak, bazen büyük dalgalar olacak. Ama neticede, ben bu gemiyi güvenli bir limana demirleyeceğimizi düşünüyorum.  


No comments:

Post a Comment