Nami: AB Müzakere Masasında Olamaz
Dışişleri Bakanı Özdil Nami, şu an
kapsamlı çözüm müzakerelerinde yaşanan sıkıntının siyasi irade eksikliğinden
kaynaklandığını belirterek, iki liderin biraraya gelerek gerekli
talimatlandırmayı yapmaları ve müzakerelerin önünü açmaları gerektiğini
vurguladı.
Nami, Kıbrıs Rum tarafının, Avrupa
Birliği’nin müzakere masasına bir taraf olarak katılması talebinde bulunduğunu,
ancak bu talebin Kıbrıs Türk tarafınca reddedildiğini söyledi. Nami, “Rumların,
AB temsilcisini - kendi üyesi oldukları bir kurumdan ve atanmasında da söz
sahibi oldukları, etki sahibi oldukları bir bireyi - müzakere masasında bir
tarafmış gibi oturtmaları fazla olumlu bakabileceğimiz bir tavır değil.
Müzakere masalarının kendilerine has ortamları vardır. Psikolojik ortamları
vardır. Bunlar çok dikkatli düzenlenir,” dedi.
Maraş’ın kapsamlı
bir çözümden önce açılması konusunda ne AB’den ne de ABD’den bir baskı
gelmediğinin altını çizen Dışişleri Bakanı Nami, şu anda Maraş ile ilgili
yapılan tartışmanın, kapsamlı çözümden önce Maraş bölgesinde, ön hazırlık
niteliğinde bazı teknik çalışmaların başlayıp başlayamayacağı ile ilgili
olduğunu söyledi.
Soru: Son çözüm sürecine çok büyük bir
umutla başladık. Her iki taraf da çok kararlı ve iyimser görünüyordu. Ama
maalesef yine aynı filmi izlemeye başladık. Taraflar yine birbirini suçlamaya
başladı. Hiçbir ilerleme yok gibi. Neler
oluyor?
Nami: Müzakereler daha yeni başlıyor, o
nedenle bence buna bir fırsat tanımak lazım. İyi haberlerin geldiği dönemler de
olacak, gerginliğin yaşandığı dönemler de olacak. Bunlar müzakere sürecinin
ayrılmaz parçalarıdır. Elbette ki, bu kadar güçlü bir ortak açıklama metninin
ortaya çıkmasından sonra, en azından hemen akabinde, olumlu mesajların gelmesi
özlenen, arzu edilendi. Bu kadar kısa bir süre sonra böyle menfi açıklamaların yapılması
hepimiz için bir endişe kaynağıdır. Türk tarafı çok makul bir şekilde müzakere
sürecinin hızlanması talebini ortaya koydu. Rum tarafının buna henüz olumlu
cevap vermemesi bizim için bir hayal kırıklığı, ve bunu anlamamız mümkün değil.
Liderlerin ayda bir, müzakerecilerin haftada bir buluşacağı bir temponun
yetersiz bir tempo olduğunu daha önce de açıkladık. Bu değerlendirmemizin de
arkasındayız. Diğer taraftan, Rum tarafının kendi iç siyasi nedenlerinden
dolayı bugüne kadar oluşturulmuş olan yakınlaşma kağıtlarına sahip çıkmayı
reddetmesi de önemli bir sorundur. Ama bu, bugün ortaya çıkmış yeni bir sorun
değil. Ortak açıklama metni hazırlanmadan önce, Sayın Cumhurbaşkanı ‘ortak
açıklama metnine gerek yok, bugüne kadar olan yakınlaşma kağıtlarını teyit
edelim, ortak açıklamalara saygı duyduğumuzu teyit edelim ve o zemin üzerinden
devam edelim, bu yeterlidir’ demişti. Ama Rum tarafı bunu reddetmişti. Bunu bu
kadar açık şekilde kabul etmeyi siyaseten uygun bulmamışlardı.
Soru: Açık açık ‘biz kesinlikle yakınlaşma
kağıtlarını zemin almayacağız’ dedi mi Rum tarafı?
Nami: Evet açık pozisyonları buydu. ‘Resmi
olarak yakınlaşma kağıtlarını zemin olarak kabul etme durumunda olamayız’
şeklinde net bir tavırları vardı. Zaten bunun için ortak açıklama metni
çalışmasına girilmek zorunda kalınmıştı.
Soru: Tamam resmi olarak bunu söylüyorlar,
ama gayrı resmi olarak kabul ediyorlar mı?
Nami: Burada herkesin dikkatli değerlendirme
yapması lazım. Bazen siyaseten çok açık olarak ifade edemediğimiz unsurları
müzakere masasında çeşitli yollarla konuşma imkanı yaratabilirsiniz. Bu
müzakere sürecinin, diplomasisinin içinde ele alınması gereken bir unsurdu…
Tabii, Rum tarafının kendini böyle bir sıkıntı içinde hissetmesi, doğal olarak
müzakere sürecinin beklenen hızda ilerlemesinin önünde bir engeldir. Eğer daha
cesur bir şekilde AKEL’in de verdiği desteği kullanarak ‘yakınlaşma kağıtları
müzakere masasındadır, yapmamız gereken bunların üzerinden bir bir geçmektir ve
tarama sürecini böyle disiplinli bir şekilde bitirmektir’ deselerdi, o zaman
daha sıkıntısız ve daha hızlı bir şekilde bu tarama süreci hemen biterdi ve
derhal köprü kurucu öneriler ve hemen akabinde de al-vere geçilebilirdi. Ama şu
anda bu yapılamıyor. Yapılamadığı için de, Türk tarafı sürecin aksayacağından
endişe ediyor ve bunu ifade ediyor. Rum tarafı da, Türk tarafının bu endişeleri
dillendirmesine tepki gösteriyor ve ortam geriliyor.
Soru: Peki biz bu yakınlaşma kağıtlarını
kabul etmeye hazır mıyız? Türk tarafının da bu yakınlaşma kağıtlarına yüzde yüz
uygun olmayan bazı pozisyonlarla masaya geldiği doğru mu?
Nami: Sayın Cumhurbaşkanı Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri’ne bir mektup yazarak bugüne kadar varolan zirve
anlaşmaları, ortak açıklamalar, ilgili BM Güvenlik Konseyi kararları ve
yakınlaşma kağıtlarında bulunan mutabakatlara saygı duyduğunu bildirdi.
Dolayısıyla, bu konuda Türk tarafından kaynaklanan bir sıkıntı yok. Burada
tarafların ortak açıklama çerçevesinde ileriye gitmeleri için önemli bir fırsat
penceresi var. Bununla ilgili olarak bugün bazı sıkıntılar yaşansa bile, genel
istikamet bence hala daha doğru yoldadır. Her iki tarafın da resmi
açıklamalarına baktığınızda, ortak açıklamada tarif edilen şekilde bir federal
çözüme ulaşmak için çalışacaklarını ve amaçlarının bu olduğunu söylüyorlar. Bu
önemlidir. Müzakere sürecinde yaşanan aksaklıklarla ilgili olarak birbirlerine
yardımcı olmak durumundadırlar. Eğer bu temsilciler seviyesindeki sıkıntı
büyürse, liderler oradadır. Liderler biraraya gelirler. Zaten, Sayın Anastasiades
her ne kadar ‘ayda bir buluşalım’ diyorsa da, ‘gerekirse daha erken buluşabiliriz’
şeklinde bir ifadesi var. Belki bu devreye konur ve iki lider biraraya gelerek
yaşanan sıkıntıyı masaya yatırırlar, ve siyasi talimatlandırmayı yaparak müzakerecilerin
önünü açabilirler.
Soru: Peki Rum tarafının neden
yakınlaşma kağıtlarını kabul etmiyor ve ayda bir görüşmeye devam etmek istiyor?
Daha sık görüşmek için gereken çalışmaları mı yetiştiremiyorlar teknik olarak,
yoksa amaç zaman kazanmak mı? Kuzey’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerini beledikleri
yönünde bazı söylentiler var.
Nami: Tabii akıllarından ne geçtiğini tam
olarak bilmem mümkün değil. Ancak şunu söyleyebilirim: ‘Daha sık görüşmeye
teknik olarak hazırlanmamız mümkün değil’ gerekçesini geçerli bir gerekçe
olarak kabul etmek mümkün değil. Biz de çok yoğun müzakere süreçlerini yaşadık.
Çok daha sık tempolarla buluştuğumuz dönemler oldu. Ve güçlü ekiplerle o
tempoda herhangi bir sıkıntı yaşamadan faydalı işler çıkardık. Rum tarafında da
bu kabiliyet olduğunu biliyoruz. Yeter ki siyasi talimatlandırma bu yönde
yapılsın.
Soru: Yani problem siyasi irade mi?
Nami: Evet. Bence neticede konu dönüp
dolaşıp o siyasi iradeye geliyor.
Soru: Anastasiades bu süreç için birçok
siyasi risk aldı. Şimdi neden siyasi irade konusunda sıkıntı yaşıyor?
Nami: Bu yaşadıkları tereddütler nedendir
bunu onlara sormak lazım. Kapsamlı çözümü 2015’in sonuna doğru kurguladıklarına
dair bazı söylemlerini biz de takip ettik. Biz bu görüşe katılmıyoruz. Biz,
önümüzde önemli ama dar bir fırsat penceresi olduğunu görüyoruz ve buna en kısa
zamanda ulaşmamız gerektiğini, konjonktürün buna uygun olduğunu, zamana
oynamanın şu anda öngörülemeyen riskleri de beraberinde getireceğini
düşünüyoruz. Eğer böyle bir anlayış içerisindelerse, bunu tekrar
değerlendirmeleri yerinde olur. Bu tavırları müzakere sürecine olan inancın
erozyona uğramasına sebep olur. Şu anda ortak açıklamanın oluşması ile her iki
tarafta da sizin de ifade ettiğiniz gibi olumlu bir ortam oluştu. Her iki taraf
da çözüme hazır. Sendikalar, iş adamları, hatta dini liderler bile sürece
destek veriyor. Diğer taraftan, burada mecliste temsil edilen tüm siyasi
partiler sürece destek veriyor. Rum tarafında ise, ana muhalefet partisi AKEL
dahi DİSİ’ye destek verir bir noktaya geldi. Bunu değerlendirmeyen taraf bence
ona duyulan iyi niyete büyük bir darbe vurur, sürecin tamamına muazzam bir inançsızlık
oluşmasına neden olur ve sürece çok büyük zarar verilir. Muhatabınızın sizinle
sorunları aşabileceğine inanabilirsiniz veya inanmayabilirsiniz. Ama bu
inançları test etmediğiniz sürece bu bir mana ifade etmez. Eğer muhatabınız ‘ben
buna hazırım’ diyorsa, sizin üzerinize düşen görev bunu onunla birlikte yaşamak,
test etmek, sonuna kadar zorlamaktır diye düşünüyorum.
Soru: BM veya diğer uluslararası aktörlerin
yakınlaşma kağıtları ile ilgili tutumu ne? Bunların temel olarak alınmasını
destekliyorlar mı yoksa herşey masadadır anlayışı mı var?
Nami: Genel kabul gören söylev,
müzakerelerin sıfırdan başlayamayacağı ve BM müktesebatı diye tarif edilen ve
bugüne kadar oluşturulmuş tüm yakınlaşmalardan oluşan o büyük bilgi birikiminin
mutlaka bundan sonra oluşacak yakınlaşmalar için kullanılması gerektiği
yönündedir. Bu kadar emeği hiç kimse elinin tersiyle itemez, ne Türk tarafı, ne
de Rum tarafı. Zaten gerçek niyetin de bütün bu çalışmaları sıfırla çarpmak
olduğunu düşünmüyorum. Az önce söylediğim gibi, bunların kullanılış şekli ile
ilgili bazı değerlendirmeler olduğunu tahmin ediyorum.
Soru: Ne demek kullanılış şekli?
Nami: Bazen ne dediğiniz değil, nasıl
dediğiniz önemlidir. Bunların masada kullanılması, sunulması ile ilgili Rum
tarafının belirli hassasiyetleri olduğu anlaşılıyor. Bununla ilgili tarafların
birbirine yardımcı olması lazım. Yalnız Rum tarafı ile ilgili başka bir endişe
de müzakere masasına sundukları pozisyonlardan kaynaklanıyor. Yani konu sadece
yakınlaşma kağıtlarının kullanılma şekli ile ilgili olsa belki daha rahat ve
daha sancısız bir şekilde aşılırdı. Veya Türk tarafında bu kadar büyük bir
endişeyi tetiklemeyecek şekilde aşılırdı. Ama müzakere masasına oldukça uç
önerilerle gelmeleri Türk tarafında derin bir endişeye yol açtı. Ve belki bugün
gösterilen tepkinin arkasında yatan sebeplerden biri de budur.
Soru: Siyasi eşitliğe aykırı bazı
pozisyonlar mı kondu masaya?
Nami: Ben müzakere masasında ifade
edilenlerle ilgili bir ifşaatta bulunamam. Müzakerelerin gizliliğini korumamız
lazım. Bunlarla ilgili bazı açıklamaları bazı çevreler yaptı, ama ben
müzakerelerin gizliliğinin korunması gerektiğine inanıyorum. Yalnız, genel
anlamda şunu söylemekten de çekinmem: Rum tarafının müzakere masasına koyduğu
bazı öneriler, gerçekten çok geçmiş yıllarda kalan başlangıç pozisyonları. Bunun
yapılmaması gerekir. Bu Türk tarafının da benzer bir pozisyon koymasını
tetikler.
Soru: Türk tarafı da konfederasyonu
çağrıştıran bazı pozisyonları masaya koymakla eleştiriliyor?
Nami: Hayır biz Türk tarafı olarak
yakınlaşma kağıtlarında bugüne kadar oluşmuş pozisyonları masaya götürdük. Onun
dışında bir pozisyon sergilenmedi.
Soru: Yani eski konfederal tezlere geri
dönmüyoruz?
Nami: Hayır. Yalnız, Sayın Eroğlu göreve
geldiği ilk dönemde özellikle egemenlik kavramı ile ilgili İsviçre Anayasası’ndan
alıntı bazı unsurları kendi pozisyonu olarak müzakere masasında sundu. Ve Rum
tarafı da bunu, İsviçre bir konfederasyon olduğu için, hemen ‘Türk tarafı
konfederasyona yakın taleplerde bulunuyor’ diye niteledi. Ama bu artık geride
kaldı. Ortada ortak açıklama metni var ve ortak açıklama metninde özellikle
egemenlik konusu çok net bir şekilde tarif ediliyor.
AB’nin müzakere masasında
yer alması talebini reddettik
Soru: Avrupa Birliği’nin
görüşmelere daha aktif şekilde müdahil olmak istediği ancak Türk tarafının bunu
reddettiği doğru mu?
Nami: Avrupa
Birliği ‘daha çok müdahil olmak istiyoruz’ şeklinde bir yaklaşım sergilemedi,
ama daha fazla katkı koymaya hazır olduklarını ifade ettiler. Ama bunu bir
talep olarak değil bir öneri olarak, bir teklif olarak sundular. Talep Rum
tarafından geldi. Rumlar, Avrupa Birliği’nin müzakere masasında yer almasını
istediler, bir nevi gözlemci gibi. Yani bir öneri sunma hakkı olan veya
müdahale hakkı olan taraf olarak değil, ama tartışmaları izleyen ve talep
edilmesi halinde öneriler getirip de katkı koyma imkanına hazır bir taraf
olarak. Fakat bizim buradaki değerlendirmemiz Rum tarafınınkinden farklı. O da
şu; biz Türk tarafı olarak diyoruz ki, ‘AB komisyonu başkanının temsilcisi
zaten ara bölgede bulunuyor. Müzakere odasının hemen yanında bir odası var.’
Soru: Müzakerelere giriyor
mu?
Nami: İki lider
talep ederse... Kendisini davet edip ‘biz şu konuyu tartışıyoruz, bu konuyla
ilgili sizin görüşünüz nedir, AB müktesebatı bu konuda neyi söyler, bizim bu
konuda aklımızdaki aranjmanı AB müktesebatına nasıl dercedebiliriz’ şeklinde
sorular yöneltme imkanına zaten sahibiz. Yani o görevliyi bunun ötesine geçip
müzakere masasına bir tarafmış gibi oturtmanın ne maksadı olabilir? Bu Rum
tarafının ‘işte AB de bizim yanımızda’ şeklinde bir güç gösterisine de
dönüşebilir. Bu tabii Türk tarafını rahatsız eder. Çağrıldığında gereken
yardımı vermek üzere hazırda duruyor zaten bu AB temsilcisi. Onun için bu
format da madem bugüne kadar iyi netice verdi, bunu bozmaya veya değiştirmeye
bir gerek olmadığını düşünüyoruz.
Soru: Yani biz AB’nin
müzakere masasında yer alması yönündeki talebi reddettik?
Nami: Rum
tarafının koyduğu şekliyle bu talebini reddettik. Ama bu, AB Komisyonu’na karşı
menfi bir tavır değil. Ya da onlarla diyalog kurmuyoruz diye bir irade beyanı
değil. AB Komisyonu’nun temsilcisi Cumhurbaşkanlığına da gidiyor, Dışişleri
Bakanlığımıza da geliyor. Bu tip temaslar sürüyor zaten. Müzakerelerin olduğu
dönemlerde de liderlerin çağrısına cevap vermek için hazır bir şekilde orada
bekliyor. Ve o mekanizmada da herhangi bir sıkıntı yok.
Soru: Peki katılmasında ne
dezavantaj olur? Nedir endişemiz?
Nami: Şu anda
mevcut formatta herhangi bir eksiklik hissedilmedi. Yani Kıbrıslı taraflar
olarak birşey yapmak istedik ve bu kapasiteye ulaşamadık ve bunu elde edemedik
onun için bu formatı değiştirelim diye bir ihtiyaç doğmadı. Böyle bir ihtiyaç
doğmadan, Rumların AB temsilcisini - kendi üyesi oldukları bir kurumdan ve
atanmasında da söz sahibi oldukları, etki sahibi oldukları bir bireyi -
müzakere masasında bir tarafmış gibi oturtmaları fazla olumlu bakabileceğimiz
bir tavır değil. Müzakere masalarının kendilerine has ortamları vardır.
Psikolojik ortamları vardır. Bunlar çok dikkatli düzenlenir. Kendi üyeleri
oldukları bir kurumu bir tarafmış gibi müzakere masasına dahil etmekle, tabii
ki bir üstünlük elde etmeye çalışıyorlar. Türk tarafının da buna izin vermesi
mümkün değil. Çünkü normalde olarak olması gereken nedir? AB neyin taahhüdünü
verdi? Varılacak bir anlaşma AB yasalarına uyarlanacak, AB kendini uyarlayacak,
akomode edecek.
Soru: Çözümün AB ilkelerine
uygun olması koşuluyla...
Nami: Tabii, ama
ilkeler bir şeydir, müktesebat başka birşeydir. İlkeler nedir? İnsan haklarına
saygı, hukukun üstünlüğüne saygı, demokrasiye saygı gibi unsurlardır.
Müktesebat ise çok detaylı bir sürü yasadır. Mevcut yürürlükte olan yasalardır.
Kıbrıs çözümü ilkelere uyumlu olacak. Yani varacağımız çözüm insan haklarına
hukukun üstünlüğüne demokratik ilkelere saygılı olacak. Ama müktesebatın
içerisinde yazılan her bir kural bağlayıcı değil çünkü Kıbrıs’ın iki bölgeli
iki toplumlu karakterinin korunması lazım. Eğer müktesebatta bunu engelleyen
bir unsur varsa o zaman onunla ilgili derogasyonların devreye girmesi
gerekecek. O derogasyonların ve o düzenlemelerin ne olacağına biz Kıbrıslılar
olarak karar vereceğiz ve AB’ye dönüp diyeceğiz ki, ‘bizim federal yapımızın
yaşayabilmesi için böyle bir düzenlemeye ihtiyaç var, bunu akomode edin.’ O
noktada işte, van Nuffel gibi birinin görevi devreye girecek ve diyecek ki,
‘tamam, biz bunu şu şekilde akomode edebiliriz, şu cümleyi şu şekilde
değiştirirseniz bu daha rahat olur, vesaire.’
Ama ilk önce o müzakere masasında, AB olmadan bizim ne yapmamız
gerektiğini ortaya çıkarmamız lazım. Halbuki şimdi durup da AB temsilcisini
müdahil ederseniz, AB temsilcisi neyle bağlıdır? Mevcut, yürürlükteki
müktesebatla bağlıdır. O hemen müdahil olur, ‘hayır bu konuştuğunuz bizim
hâlihazırda yürürlükteki müktesebatımıza aykırıdır, biz bunu kabul edemeyiz’
demek zorunda kalır. Onun için bu dinamiği iyi ve dikkatli tesis etmemiz lazım.
Soru: ABD Dışişleri
Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Rubin niye geldi?
Nami: Herhangi
bir doğrudan müdahale vesaire için değil. Ortak açıklamadan sonra bugün gelinen
aşama nedir, beklentiler çerçevesinde midir yoksa sıkıntılar mı var, varsa
sebepleri nelerdir, bunlarla ilgili değerlendirme yapmaya geldi. Hepimiz artık biliyoruz ki Amerika Birleşik
Devletleri’nin Dışişleri Bakanının adayı ziyareti mevzubahis. Belki Başkan
Yardımcısının da gelmesi gündeme gelebilir. Ama bunların öngörülebilmesi için
burada da tabii ki ona uygun bir ortamın olması lazım.
Soru: Maraş için geldiği
doğru mu?
Nami: Bizimle bu
konuda herhangi bir gündem olmadı.
Soru: Uluslararası toplumda
Maraş konusunda fikir birliği var. Maraş artık en önemli güven artırıcı
önlemlerden biri olarak sürekli gündeme geliyor ve biz gene bu konuda dünyanın
tersine gider bir durumundayız.
Nami: Tarif
ettiğiniz şekilde bir durum ortada yok. Maraş konusunda ne bir AB projesi var
ne Amerika müdahalesi var. Hiçbirşey yok. Aslında işin gerçeği olayın tam
tersi. Bakın, Maraş’a ortak açıklamada yer dahi verilmedi. Maraşla ilgili ‘bir
güven artırıcı önlemdir’ diye bir kavram ortada yok. Artık olay, olması gereken
raya oturdu. Maraş kapsamlı çözümün bir parçasıdır. Şu anda tartışılan boyutu,
‘tamam kapsamlı çözümün bir parçasıdır, ama acaba kapsamlı çözümden önce Maraş
bölgesinde bazı teknik çalışmalar başlayabilir mi’ boyutudur.
Soru: Ne gibi?
Nami: Ön hazırlık
anlamında. Örneğin binaların sağlamlığı ile ilgili, altyapının durumu ile
ilgili, çevresel faktörlerin durumu ile ilgili. Yani kapsamlı çözümde Maraş
mutlaka açılacak. Madem ki mutlaka açılacak, acaba daha rahat ve daha hızlı bir
şekilde açılmasına fayda sağlayacak teknik çalışmalar daha önceden başlayabilir
mi gibi bir noktaya geldi şimdi tartışmalar.
Soru: Başlayabilir mi?
Nami: Bu
tartışmalar için şimdi daha çok erken. Bakın henüz daha müzakerecileri haftada
birden fazla biraraya getiremiyoruz. Liderleri ayda bir iki saat görüşmenin
ötesine geçiremiyoruz. Yani böyle bir ortamda şimdi Maraşla ilgili teknik
çalışma başlayabilir mi başlayamaz mı tartışmaları biraz havada kalıyor. Önce
sürecin gerçekten bu ilk aşamayı atlatması ve gerçekten olumlu sonuç üretir bir
modaliteye kavuşması lazım ki, diğer bu tip konuları yavaş yavaş konuşmaya
başlayabilelim.
Soru: Ortak açıklamanın
hazırlanmasında ve sürecin başlamasında ABD’nin çok büyük desteği oldu. Şimdi
sürecin ilerlemesi için benzer bir destek veya baskıya mı ihtiyaç var?
Nami: Ben
kesinlikle baskı kelimesini kullanmam. Bu süreci yaşamış bir insan olarak ne Amerika’dan
ne de başka bir taraftan üzerimizde herhangi bir baskı hissetmedik. Ama
yardımcı olmaya çalıştılar gerçekten. Özellikle, Sayın Downer’in adada olmadığı
dönemlerde karşılıklı mekik diplomasisinde önemli bir katkıları oldu ve biz de bunu
memnuniyetle karşıladık.
Soru: Yoğunluğu azaldı mı o
yardımın?
Nami: Şu anda Amerika
üzerinden o yoğunlukta bir mekik diplomasisine ihtiyaç hissedilmedi çünkü şu
anda müzakereler BM çatısı altında başladı. Süreç devam ediyor. Ama Amerika
gerektiği noktada tekrar yardımcı olabilmek için süreci çok yakından takip
ediyor. Gerek buradaki büyükelçileri gerekse, Sayın Rubin gibi isimlerle
tarafları dinliyor, ortada görünen sıkıntıların nereden kaynaklandığını
doğrudan taraflarla konuşarak öğreniyorlar kendi değerlendirmelerini
oluşturuyorlar. Eğer bu şekilde devam ederse o zaman bunun aşılması için
taraflara tekrar yardımcı olmaktan da geri kalmazlar. Tabii taraflar bunu kabul
ederse ve bunda bir fayda görürlerse.
Soru: Ama şu anda böyle bir dahiliyet
henüz yok?
Nami: Hayır.
Soru: Olması gerektiğini
düşünüyor musunuz?
Nami: Bizim
tercihimiz bütün bu sürecin Kıbrıslılar tarafından yürütülmesi ve Kıbrıslı Rumlarla
Kıbrıslı Türklerin ortak projesi olarak ilerletilmesi, öyle algılanması,
sahiplenilmesi. Bence kalıcı çözüm bu şekilde olur. Kimseye bir mazeret
vermememiz lazım. ‘Biz aslında istemiyorduk da birileri bize dayattı’ gibi bir
durum olmamalı. Dolayısıyla, bazen zorlansak da sorunlarımızı kendi başımıza halletmek
için çok çaba sarfetmemiz lazım. En son kertede, çok ilerliyoruz, ama bir türlü
nihayetine varamıyoruz, o noktada bir yardıma ihtiyaç hissettiğimizde
yabancıların yardımını almamız gerekir diye düşünüyorum. Bizim şu anda yabancılarla
ilgili beklentimiz, Rum tarafının daha sık görüşme ve bugüne kadar oluşmuş
yakınlaşmalara saygı gibi konularda teşvik edilmeleri yönünde. Yabancıların da
bizim değerlendirmelerimize katıldığını düşünüyoruz. Herkesin kanaati önemli
bir fırsat penceresi olduğunu dolayısıyla temponun hızlanması gerektiğini bunun
da mümkün olduğunu söylüyorlar. Onun için bu değerlendirmelerini daha sık bir
şekilde Rum liderliği ile paylaşmaları, diğer taraftan eğer süreç Türk
tarafından kaynaklanmayan nedenlerden dolayı uzuyorsa, o zaman Türk tarafının
da bir şekilde izolasyonlardan kurtulması, diğer ülkelerle, üçüncü taraflarla
ilişkilerinin artırılması vesaire gibi konularda atmaları gereken adımları
hızlandırmaları gerekir. Yani Türk, tarafını Rumların inisiyatifine rehin
olarak bırakmamaları gerekir.
Soru: Teşekkür ederim. Eklemek
istediğiniz birşey var mı?
Nami: Hiç
kimsenin morali bozulmasın. Kıbrıs müzakereleri artık geri döndürülemez bir
şekilde federal çözüme doğru yol almakta. Bu gemi bu limandan kalktı. Elbette,
bu yolculukta bazen deniz çalkantısı olacak, bazen büyük dalgalar olacak. Ama
neticede, ben bu gemiyi güvenli bir limana demirleyeceğimizi düşünüyorum.
No comments:
Post a Comment