Yıl sonunda çözüm, Mart’ta referandum söylemi
halka dalga geçmektir
Doğu Akdeniz
Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr.
Ahmet Sözen ile, 20 yılı aşkın süredir takip ettiği Kıbrıs müzakerelerini,
önümüzdeki fırsatları ve tehlikeleri, çözümsüzlük durumunda Kıbrıslı Türkleri
nelerin beklediğini konuştuk...
Halkla dalga geçiliyor
Hem Türkiye’de hem de burada en üst düzeyde ‘yıl
sonuna kadar çözüm, gelecek yılın ilk yarısında referandum’ görüşü dile
getirildi. Bu ne kadar gerçekçi bir hedef?
Prof. Dr. Sözen: Eğer bilmediğimiz bir şey yoksa, bu tamamen
hayaldir! Siz iyi niyetli beyanatlarda bulunabilirsiniz, ama bunların gerçekçi beyanatlar
olması lazım. Gerçekçi değilse, yaptığınız, insanlara yanlış sinyal vermek,
yanlış umutlar pompalamak anlamına gelir ki, bu çok tehlikeli bir şeydir... Siz
‘yılsonuna kadar çözüm, Mart’ta referandum’ diyemezsiniz. Elle tutulur bir plan
sunmadan, somut öneriler ortaya koymadan ‘yılsonuna kadar çözüm’ diyorsanız, bu
içi boş bir hayaldir. Siz kendinizin inanmadığı bir takvimi toplumunuza
söyleyemezsiniz. Bu topluma çok büyük bir haksızlıktır.... İnanmadığınız
hedefler koymayacaksınız. Bu tamamen halkla dalga geçmektir.
Kıbrıslı Türkler devre dışı
bırakılabilir
Önümüzdeki süreçte bizi neler bekliyor?
Prof. Dr. Sözen: Aslında dış dinamikler çözüm için oldukça
uygundur... Ancak iç dinamikler için maalesef aynı şey geçerli değildir. Bir
tarafta, siyasi geçmişine bakıldığında Kıbrıs’ta federal bir çözümü
benimsememiş bir liderlik var. O yüzden de çözümü zorlayıcı, taşıyıcı bir rol üstlenemiyor.
Güneyde ise, bir yanda ekonomik problemleri olan, bir yandan Annan Planı’na %76
oranında hayır demiş bir toplumu nasıl ikna edeceğin bilemeyen, ve aynı zamanda
DIKO gibi problemli, geleneksel hayırcı kampa dahil bir koalisyon ortağına
sahip Anastasiadis var... Ama aynı
zamanda benim gördüğüm Anastasiadis
çözüm konusunda çok ciddi. Burada şöyle bir tehlike var: Önümüzdeki dönemde,
Kıbrıslı Türk müzakerecinin Yunanistan’ı, Kıbrıslı Rum müzakerecinin Türkiye’yi
çapraz ziyareti sürecinde, Anastasiadis, Kıbrıslı Türk muhataplarına
güvenmediği için, Türkiye’yi test edecek. Eğer Türkiye’den yeşil ışık görürse,
Türkiye’nin de çözüm konusunda kendisi gibi ciddi olduğunu görürse, Türkiye ile
doğrudan müzakere etme yoluna gidecek. Ve belki de bu süreçten bir çözüm
çıkabilecek.
Peki Kıbrıslı Türkler açısından bu ne anlama
gelir?
Prof. Dr. Sözen: Sorun çözülür belki ama o çözüm Kıbrıslı
Türkler için olumlu olacak mı? Bu
şekilde Kıbrıslı Türklerin devre dışı bırakılarak varılacak çözüm acaba bizim
çıkarlarımızı mı gözetecek, yoksa öncelikli çıkarlar Türkiye’nin çıkarları mı
olacak? Bu ciddi bir tehlikedir.
Tayvanlaşma, Kosovalaşma,
Hataylaşma
Bu sefer de çözüm olmazsa bizi ne bekliyor?
Prof. Dr. Sözen: Bu sefer de çözüm olmazsa Kuzey Kıbrıs’ta üç
dinamik bir arada gelişecek: Tayvanlaşması, Kosovalaşma ve Hataylaşma. 2004
referandumundan sonra zaten Tayvanlaşma süreci başlamıştır. Yani Kuzey Kıbrıs
tanınmadan dünya ile ilişkilerini artırmıştır – Tayvan gibi... Hataylaşma da
artmıştır. Hataylaşma da, Kuzey Kıbrıs’taki demografik yapının değişmesi, Kuzey
Kıbrıs’ın Türkiye’den daha çok göçmen alması ve fiili şekilde Türkiye’ye daha
fazla bağımlı olması, hatta neredeyse Türkiye’nin bir ili gibi olması sürecidir.
Kosovalaşma ise henüz başlamamıştır. Kosovalaşma ifadesini de, belli sayıda
ülkenin Kuzey Kıbrıs’ı tanıması ancak hiçbir zaman – Kosova örneğinde olduğu
gibi - Birleşmiş Milletler’e üye bir
devlet olamamak anlamında kullanıyorum.
Yani KKTC tanınabilir mi?
Prof. Dr. Sözen: Evet KKTC’yi birkaç ülke tanıyabilir belki,
ama bu ne anlama gelir? Ne kazanırsınız bundan? Tanınmış ama bugünkü gibi bir
KKTC’de yaşamaktansa - yani, kumarhane ve gece kulüplerinin olduğu, şeffaf
olmayan, çevre problemlerini, sağlık problemlerini çözemeyen, eğitimde
Şırnak’tan sonra gelen bir ülkede yaşamaktansa - bu problemlerini çözmüş
tanınmayan bir ülkede yaşamayı tercih ederdim ben.
Ulus-Devlet paradigması
Böyle bir sonuç uluslararası toplum açısından ne
anlama gelir peki?
Prof. Dr. Sözen: Kıbrıs’ta ayrı bir devletin ortaya çıkması
nasıl bir emsal, nasıl bir sinyal verecek? O zaman çok rahat bir şekilde,
Suriye’de de üç devlet çıksın diyebilmeliyiz: Alevi devleti, Sünni devleti,
Kürt devleti. Irak’ta da aynı, Türkiye’de de... Bu mu uluslararası bağlamda
istenen? Daha büyük ölçekte düşünebilmemiz sonuçları görebilmemiz lazım. Bugün
Kıbrıs’ta bir federasyon birçok ülkeye emsal olacaktır. Bu, ülkelerin,
oydaşmacı yönetim şekilleri ile var olan sınırlarda kendi iç düzenlemelerini
yapıp devam etmelerine emsal olacaktır. Bunun tersi nedir? 7-8 tane daha kendi
kendine yetmeyen ulus-devletçiğin ortaya çıkması. Ki bu da uluslararası toplumu
daha çok kaotik hale getirecektir. O yüzden en hayırlısı Kıbrıs’ta bir federal
çözümdür. Siz ulus-devlette ısrar ederseniz çatışmaları körüklersiniz ve
ülkelerin bölünmesi ile daha çok acıların yaşanmasına fırsat vermiş olursunuz.
En büyük eksiğimiz
‘Liderlik’
Sizce
bugüne kadar olan müzakerelerde her iki tarafta da en büyük eksiğimiz neydi?
Prof. Dr. Sözen: Siyasi irade muhakkak gerekli. Müzakere ve
barış süreçleri, toplumları yönlendirecek liderleri gerektiren süreçlerdir. Kıbrıs’ta
kesinlikle daha cesur liderlere ihtiyacımız var. Sırasında bazı risk
alabilecek, daha cesaretli olacak, halkını peşinden sürükleyecek liderlere
ihtiyacımız var… Halkın arkasında duracak değil, halkın önünde durup halkını
bir vizyona doğru çekecek insanlara ihtiyacımız var. Liderlerin toplumu ikna
edebilmesi ve dönüştürebilmesi gerekiyor.
Toplumların çözüme
hazırlanması gerek
Toplumların yönlendirilmesi gerekiyor dediniz.
Barış dili de bunun bir parçası değil mi? Biz hep bir taraftan görüşmeler
yapan, diğer taraftan sözcüleri vasıtası ile ortamı zehirleyen ve toplumları
geren lider örnekleri gördük. Bunun üstesinden nasıl geleceğiz?
Prof. Dr. Sözen: Çözüm ve barış için müzakereler yeterli
değildir. Resmi müzakereler ile paralel şekilde toplumların da çözüme
hazırlanması gerekir. Toplumların, halkların, güç paylaşımı ve federatif çözüme
hazırlanması gerekir. Halkların işbirliği güç paylaşımı örneklerini görmesi gerekir.
Barış dilinin kesinlikle müzakere sürecinin bir parçası olması gerekir. Hatta
biz, SeeD[*]’in
son raporunda, müzakere sürecinde iki tarafın ve BM’nin temsilcilerinden oluşan
ortak bir basın ofisinin kurulmasını ve süreçle ilgili tüm açıklamaların bu
basın ofisinden yapılmasını önerdik. Çünkü eğer müzakereler ile ilgili halkı
bilgilendirme işini tarafların inisiyatifine bırakırsanız, işin içine
liderlerin kendi iç hesapları giriyor, siyasi kaygılar giriyor ve bu iş
zehirleniyor. Birbirlerini suçlamaya başlıyorlar. Ve halklar, toplumlar ister istemez
birbirini suçlayan bu iki liderin nasıl bir ortaklık kurabileceğini sorgulamaya
başlıyor. Bu da ister istemez halkların toplumların federal sürece
hazırlanmasını negatif etkiliyor.
Kıbrıslı Türkler ve Rumlar geçmişle yüzleşmek
istiyor
Dünyadaki başarılı müzakere ve barış
örneklerine baktığımızda, neredeyse hepsinde bir şekilde bir af ve yüzleşme
süreci yaşandı. Bu Kıbrıs’ta da yaşanması gereken bir süreç mi?
Prof. Dr. Sözen: Çok iyi olur. Ve yaptığımız kamuoyu
araştırmalarında halkın bunu desteklediğini gördük. Her iki toplum da, bir
şekilde tarafların karşılıklı birbirlerinin acılarını tanımalarını ve karşılıklı
olarak af dilemelerini destekliyor. SeeD tarafından 2012 yılında 1,000 Kıbrıslı
Türk ve 1,000 Kıbrıslı Rum arasında gerçekleştirilen kamuoyu yoklamasında, her
iki toplumun da geçmişle yüzleşme ve karşılıklı af dileme konusuna destek
verdiği görüldü. Bakın, ‘Geçmiş olaylar ile ilgili gerçeklere ve iki toplumun
acılarına, karşılıklı bir affediş ve uzlaşı görüşü ile yaklaşacak olan bir
hakikat ve uzlaşma komisyonunun kurulması’ fikrine Kıbrıslı Türklerin %77’si,
Kıbrıslı Rumların ise %72’si destek veriyor. Bu fikri ‘tahammül edilebilir’
bulanların oranı ise, Kıbrıslı Türkler arasında %12, Kıbrıslı Rumlar arasında da
%15. Yani sadece %10’luk bir azınlık bunu istemiyor.
Bu araştırma iki liderlikle paylaşıldı mı?
Prof. Dr. Sözen: Evet paylaşıldı.
Peki neden bu yönde adım atılmıyor?
Prof. Dr. Sözen: Yine burada da cesur liderliğe ihtiyaç
vardır. Kim bu adımı atacak? Bu riski almıyor liderler. Böyle bir inisiyatif
kullanmıyor.
3 ayaklı süreç – resmi
müzakereler – güven artırıcı önlemler – bölgesel işbirliği
Sizce müzakere süreci nasıl kurgulanmalı?
Prof. Dr. Sözen: Kıbrıs’ta yapılması gereken sadece müzakere
sürecini kurgulamak değildir. Bu işin sadece bir kısmıdır. Kıbrıs’ta bütün
barış sürecinin yeniden kurgulanması lazım. Ben bunu üç ayaklı bir süreç olarak
tasarlıyorum kafamda: Resmi Müzakereler, Güven Yaratıcı Önlemler ve Bölgesel İşbirliği
ve Diyalog Platformunun oluşturulması...
Liderler müzakerelerden uzak
tutulmalı
Resmi müzakereler muhakkak teknikleştirilmeli. İki
liderin detayları konuşmaması lazım, müzakerelerin detaylarından uzak tutulmaları
ve her gün müzakerelere katılmamaları lazım. Müzakereler, iki tarafın
temsilcilerinden ve teknik uzmanlardan oluşan teknik ekipler tarafından
yürütülmeli. Bu ekiplerin görevi, müzakere etmek değil, tıkanıklık noktalarda
alternatif çözümler üretip bunları iki liderin siyasi kararına sunmak olmalı. Müzakereler
teknik düzeyde gittiği zaman sürecin politize olması engellenecektir. Teknik
insanların siyasi kaygısı olmadığı için çok daha rahat ve özgür şekilde
müzakerelerde alternatifler üretebileceklerdir.
Türkiye sembolik sayıda
asker çekebilir
Bu resmi ve teknik müzakereler ile paralel şekilde,
önemli ve iki toplumun günlük hayatını olumlu şekilde etkileyecek Güven
Yaratıcı Önlemlerin (GYÖ) hayata geçirilmesi lazım. Mesela Maraş’ın, iki
tarafın işbirliğine ve malların ve hizmetlerin serbest dolaşımına izin verecek şekilde
BM yönetiminde açılması; Kuzey Kıbrıs’a doğrudan uçuşlar; Mağusa limanının
Kıbrıslı Türklerin etkin yönetiminde ama belki AB denetiminde AB doğrudan
ticaretine açılması; Türkiye’nin limanlarını Rum tarafına açması; Türkiye’nin
sembolik sayıda asker çekmesi gibi adımlar... Bütün bunlar kapsamlı çözümü
tetikleyecek şeylerdir. GYÖ’ler sayesinde toplumlar arasındaki güven bunalımı
aşılacak, halklar çözüme ve referanduma hazırlanmış olacak. Halklar bu sayede işbirliğinin
makul olduğunu, hatta tercih edilebilir olduğunu anlayacak. Ortaklığın sadece
mümkün değil, cazip olduğunu görecek.
Büyük resim
Müzakere süreci ve güven yaratıcı önlemlere
paralel olarak, Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıslı Rumların, Türkiye’nin, Yunanistan’ın
ve hatta İsrail’in dahil olduğu bir bölgesel işbirliği ve diyalog platformu
oluşturulması gerekir. Bu taraflar birbirleriyle konuşmaya başladıklarında
büyük resmi, alternatif perspektifleri ve önlerindeki fırsatları görmeye
başlayacaklar. Mesela Kıbrıs Rum tarafı doğalgazı Türkiye’ye boru hattıyla
göndermek istemiyor çünkü Türkiye’ye bağımlı olmak istemiyor. Türkiye’nin
istediği zaman musluğu kapatabileceğini düşünüyor. Bu haklı bir endişe
olabilir. Ama siz daha geniş anlamda, İsrail, Lübnan ve Kıbrıs gazını
birleştirip bir boruyla Türkiye üzerinden gönderdiğiniz zaman, Türkiye istediği
zaman musluğu kapatabilir mi? Kapatamaz. Taraflar işte bu alternatif
perspektifi görecek. Mesela şöyle alternatifler çıkacak: İsrail kendi gazının
bir bölümünü boruyla Türkiye’den gönderirken, diğer bölümünü başka bir boruyla
Kıbrıs’ta kurulacak Sıvılaştırılmış Doğal Gaz terminaline gönderecek. Böylece
İsrail de alternatiflerini çeşitlendirmiş olacak.
Umutluyum
Peki çözüm olacağından hala umudunuz var mı?
Prof. Dr. Sözen: Evet umutluyum.
[*] SeeD: Center for Sustainable Peace and Democratic Development - Prof. Dr. Ahmet Sözen’in araştırma
direktörlüğünü üstlendiği barış kuruculuğu misyonu taşıyan düşünce kuruluşu.