2. Cumhurbaşkanı Talat: Çok Üzülüyorum
İkinci
Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile hem Kıbrıs sorununda bugün içinde
bulunduğumuz durumu değerlendirdik, hem de geçmişe doğru bir yolculuk yaptık. Cumhurbaşkanı
Talat, röportajımız sırasında, Kıbrıs’ta çözüm ihtimalinin ortadan kalkması
durumunda, kimilerinin düşündüğünün aksine, Kıbrıslı Türkler’in dünya
tarafından tanınan bağımsız bir devlete sahip olmasının çok zor olduğunu,
dolayısıyla bizim çözümü zorlayan taraf olmamız gerektiğini belirtti. Türkiye’nin
Kıbrıs’ta federal çözüm politikasının, eski konfederal düşünceleri tamamen silemediğini,
dolayısıyla, zaman zaman kimi yetkililerin konuşmalarında bunun izlerini görmenin
mümkün olduğunu söyleyen Talat, 2000li yılların başında Türkiye’nin Kıbrıs’ta
Annan Planı temelinde bir çözümü sonuna kadar desteklediğini, ancak bireysel
olarak Rumların planı reddetmesini umanlar olabileceğini belirtti ve bununla
ilgili ilginç bir anısını aktardı. Kendisine o dönemde, Türkiye’nin neden
Rusya’dan Güvenlik Konseyi’nin Annan Planı’nın uygulanacağına ilişkin garantiyi
‘veto’ etmesini istediğini sormam üzerine ise, o süreci tüm ayrıntılarıyla
anlattı.
“Şu anda bir tıkanıklık var”
Soru: İlk olarak Kıbrıs sorununda şu anda içinde
bulunduğumuz durumla ilgili görüşünüzü sormak istiyorum. Siz baktığınızda ne
görüyorsunuz?
Cumhurbaşkanı Talat: Bir tıkanıklık görüyorum... Ben bu ortak açıklama
işinin yönteminin yanlış olduğunu düşünüyorum. Ortak açıklama bence konu
olmamalıydı. Hemen bitmeliydi, en baştan bitmeliydi. Taraflar bir araya
gelirdi, ortak açıklamalarını yapardı, olurdu biterdi... Bunun için masaya
oturmanız lazım... Bunu yüz yüze yapmanız lazım. Uzaktan uzağa olmaz. Yani
sanki aracılı görüşme yapılıyor şu anda... Yöntem yanlış olunca da, yanlış
yöntemden doğru sonuç çıkmaz... Müzakerelerde ele alınması gereken konuların
ortak açıklamaya girmesi isteniyor. Kıbrıs Rum tarafı bunu başlangıçta bana
göre biraz daha zaman kazanmak için düşündü... Ama süreç başladıktan sonra, kim
bilir, belki ‘Garanti ve İttifak Anlaşmalarını bile isterim’ demiştir birileri...
ve tabii, iş gerilmeye başladı.
Soru: Ortak açıklama talebinin arkasında Kıbrıs
Türk tarafına bir güvensizlik de yok mu? Rum Dışişleri Bakanı Kasulides, ‘Talat
olsaydı ortak açıklama istemezdik’ dedi mesela?
Cumhurbaşkanı Talat: Zaten Talat olsaydı bu ortak açıklama bu kadar
sürmezdi. Ben bunu çok anlamsız buluyorum. Ben öyle, özel temsilcilerimizi
görevlendirelim de duralım bekleyelim, onlar hazırlasınlar, öneri getirsinler
bana ben ‘yok şunu da ekleyelim,’ diyeyim, ona götürsünler o ‘bunu da ekleyelim,’
desin, ben böyle bir egzersize girmezdim... Ve Sayın Cumhurbaşkanının de
girmemesi lazımdı. Bana göre hata burada oldu. Ama bütün hatayı Sayın
Cumhurbaşkanı’na bağlamak yanlış olur. Fakat dediğim gibi, yanlış egzersizden
doğru sonuç bekleyemezsiniz. Konu budur. Bugün geldiğimiz çıkmaz da budur. Ve
bu, ortamı iyileştireceğine gerdi bana göre. Bakın, hem suçlama yarışına girdi
taraflar, hem onu bırakın...taraflar arasında da o güvensizlik uçurumu büyüdü.
Yani ortak deklarasyon işe yarayacağına zararlı olmaya başladı... Bu iş 3 ayı
buldu. Günahtır bu kadar zamana. Biz 3 ayda çözüm öngörmüştük Kıbrıs Türk
tarafı olarak. Üç ayda bir ortak metin hazırlanamazken, 6 ayda-1 senede veya 2
senede anlaşma nasıl sağlanacak, o da başka bir muamma.
“Bazıları ‘bu çabalar sona erdikten sonra
artık herkes kendi macerasını yaşayacak,’ diye düşünüyor. Böyle bir şey yok.”
Soru: Kimi çevrelere göre, Türkiye’nin 2014 yılı içerisinde ısrarlı çözüm
söyleminin arkasında KKTC’nin statüsünü yükseltme çabalarına başlama planı var.
Siz Türkiye’nin bu açıklamalarında art niyet görüyor musunuz?
Cumhurbaşkanı Talat: Görmüyorum. Bunu hem Kıbrıs Türk tarafı olarak
biz, hem Türkiye her fırsatta ifade ettik, 2014 içinde çözüm hedefini dile
getirdik. Çünkü her defasında, her zaman kaybında çözüm ihtimali veya çözüm
imkanı azalır...
Ha uluslararası
toplum bir gün kızar, ‘başınıza geleni çekin, şu anda iki devlet vardır, biz
iki devleti de tanıyoruz’ der mi? Bilmem! Bu bana çok zayıf bir ihtimal gibi
görünüyor. Onun yerine ‘başınıza geleni çekin’ deyip bırakır. ‘Ne haliniz varsa
görün’ der. E bizim görecek halimiz yok ki! Sıkıntı orada. Zaten öyle olsaydı
çözümsüzlük iyi bir şey olurdu ve uğraşmazdık. Niye uğraşıyoruz? Demek ki bu
hal iyi bir hal değil...
Soru: Çözüm ihtimali ortadan kalkarsa bu bizim
için ne anlama gelir?
Cumhurbaşkanı Talat: Çözüm ihtimalinin ortadan kalkması bizim için iyi
bir şey değil. Ben bunun Kıbrıslı Türkler için yararlı olacağını düşünmüyorum.
Bazıları ‘bu çabalar sona erdikten sonra artık herkes kendi macerasını
yaşayacak,’ diye düşünüyor. Yani Kıbrıslı Türkler bağımsız bir devlete sahip
olacak, dünya da bunu tanıyacak. Böyle bir şey yok. Güvenlik Konseyi’nin
bildiğimiz kararları orada olduğu sürece bu mümkün değil.
“Çözümü sürükleyecek bir
irade görmüyorum”
Soru: Siz müzakereleri yürütürken proaktif davranan, sürekli çözümü
zorlayan taraftınız. Hatta yeri geldiğinde Türkiye ile bile ters düştüğünüz,
Türkiye’yi ikna ettiğiniz oldu. Ancak şu anda masada, federal çözümü
benimsememiş bir Kıbrıslı Türk lider var. Masada olmanın ne kadar zor olduğunu
bilen biri olarak, Eroğlu sizce bu sorunu çözebilir mi?
Cumhurbaşkanı Talat: Zaten ben de hep onu söylüyorum. Sürükleyici güç
Kıbrıs Türk tarafı olmak durumundadır. Sürükleyici güç Kıbrıs Türk tarafı
olacağına göre de, bunu, ancak çözümü bütün benliğiyle benimsemiş birisi
yapabilir. Aksi halde kolay değil bu iş. Ben Sayın Eroğlu çözüm istemez demem,
diyemem. Çünkü bugünkü tavırları, söyledikleri, yaptığı açıklamalar onu
göstermiyor. Ama gelin görün ki, çözümü sürükleyecek bir irade görmüyorum. Rum
tarafından daha çözüm yanlısı olsa bile yeterli değil. Çözüm yanlısı olmak da
yeterli değil. İçte zor durumdadır Anastasiadis. Hele şimdi DIKO’da seçimler
yapıldı ve Kıbrıs sorunu konusunda katı duruşu olan biri seçildi.
Anastasiadis’in durumu kolay değil yani. Onun işini kolaylaştırmak lazım. Biraz
da bize düşer bu. Burada önemli olan sürüklemektir. Onu görmüyorum.
“Sadece kendi kendine bağımsız ve egemen
nitelemesi yapan bir kurum, uluslararası tanınacak bir yapının eşit parçası
haline gelecek. Yükselecek”
Soru: Bazı Türkiyeli yetkililerin Kıbrıs’ta çözüm tanımı konfederasyonu
çağrıştırıyor. TC Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun son açıklaması mesela. Türkiye
Kıbrıs’ta federasyonu destekliyor mu, yoksa gönlünden geçen konfederal bir yapı
mı?
Cumhurbaşkanı Talat: Herkesin gönlünde bir aslan yatar. Çözüme olan
ihtiyaç ve çözümün zorunluluğu Türk dış politikasını etkileyerek zaman içinde Kıbrıs
sorununun çözümünden yana olmasını sağladı. Konfederal düşünceler içinde olan,
konfederasyonu tercih eden siyasetten, daha gerçekçi olan federasyona bir kayış
oldu Türk dış politikasında. Ama bu siyaset, dış politika, o eski düşünceleri
tamamen silmiş değil tabii ki. Dolayısıyla, konuşurken ifadeler ortaya koyarken
onun izlerini görmek mümkündür. Hele Kıbrıs sorununun hassasiyetini çok iyi
bilmeyen yetkililer bu ifadeleri kullanırlar. Doğrudur.
Bir de tabi iç
kamuoyuna hitap ederler. İç kamuoyuna hitap ederken, şöyle bir durum var: Kurulmuş
ilan edilmiş bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var. Tabii ki, hiç kimse, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin gerisine gidileceğini ifade edemez. Çözümle Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nin ilerisine gidileceği gerçeğini anlatmak ise zordur. Çünkü
herkes zanneder ki, bağımsız, egemen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bir kurucu
devlet olacak. Yani indirgenecek. Halbuki gerçek o değil. Dünya tarafından
tanınmayan, uluslararası hukukun içinde olmayan, bundan dolayı da, sadece kendi
kendine bağımsız ve egemen nitelemesi yapan bir kurum, uluslararası tanınacak
bir yapının eşit parçası haline gelecek. Dolayısıyla bana göre, yükselecek.
Bunu anlatmaya çalışmak yerine, çözümde güya geri adım sayılan bu federasyonu,
ortaklığı birazcık kamufle etme havasına giriyorlar. Bana göre bu yanlış bir
algılayıştandır. Yanlış bir algı var.
“Türkiye’nin doğru yönde
canlı tutulmasının sağlanması lazım.”
Soru: Müzakerelerde Türkiye’ye ne kadar
bağımlıyız? Türkiye’ye rağmen Ada’da bir çözüm bulunabilir mi?
Cumhurbaşkanı Talat: Türkiye’ye rağmen çözüm olmaz, çünkü Türkiye hem
bölgede çok güçlü bir ülkedir, hem garantördür, hem Kıbrıs Türkü’nün ekonomik
ve siyasi olarak tek destekçisidir. Anlaşmanın uygulanmasında çok büyük bir
rolü vardır... Burada askeri var, ekonomi elinde ve tek destekçi... Yani
Türkiye çözüm istemezse burada çözüm olmaz, uygulanamaz... Şu anda istiyor,
bunun avantajını kullanmak lazım. Bugün çözüm isteyenlerin, barışçıların, bu
avantajı kullanması lazım... Türkiye’nin doğru yönde canlı tutulmasının
sağlanması lazım. Çözüm için Türkiye’nin desteği kaçınılmazdır.
“Niye Kıbrıs Rum tarafını
ikna edemedim, ona üzülüyorum”
Soru: Çoğunluğu siz ve Hristofyas tarafından hazırlanan
yakınlaşmalar belgesinin Türkçesi Havadis gazetesinde yayınlandı.
Yakınlaşmalara baktığımızda Yönetim ve Güç Paylaşımı konusun neredeyse
tamamlanmış olduğunu görüyoruz. Ekonomi, Avrupa Birliği gibi konular da bitmişti.
Geriye sadece Mülkiyet konusu kalmıştı... Geriye baktığınızda bu çabaların boşa
çıkmış olduğunu düşünüp üzülüyor musunuz.
Cumhurbaşkanı Talat: Çok... Niye Kıbrıs Rum tarafını ikna edemedim,
ona üzülüyorum.
Soru: İkna edemedim derken?
Cumhurbaşkanı Talat: Hem daha hızlı gitmeye, hem de yurttaşları
hazırlamak için zamanında anlaştığımız noktaları ilan etmeye...
Soru: Niye edemediniz?
Cumhurbaşkanı Talat: Aynı sıkıntılar. Anastasiades’in bugün yaşadığı
sıkıntılar. Yine DIKO... Tabii, Hristofias’ın karşısında bir de kilise vardı. Onun
hali daha da zordu. Kendisi söyledi zaten. ‘Bana çamaşırcının oğlu muamelesi
yapıyorlar’ dedi.
Soru: Cesaretsiz miydi?
Cumhurbaşkanı Talat: Çok cesaretsizdi, ama hak veriyorum da
kendisine... Hristofyas ateist olarak bilinir, dolayısıyla Ortodoks kilisesi
kendisini görmek istemez. Kilise hiç onunla barışmadı. Kilise düşman. Komünist
olarak görüldüğü için nüfusun önemli bir kısmı düşman. Barışçı olduğu için,
sağcılar düşman. Türk dostu olarak bilinir. Dolayısıyla çok çekingen davrandı.
Kendisini destekleyen Anastasiadis’e bile rağbet etmedi. Bu çok yanlış bir
davranıştı, ben onu çok uyardım... Anastasiadis kendisine çözüm için şartsız
destek verdi. Bu çok önemli bir şeydi. Bana kimse öyle bir destek vermedi
muhalefetten. Çok büyük bir güçtü, bunu da kullanamadı.
“‘Kıbrıs Türk devleti bizim,
federasyon Rumların’ gibi bir hava var”
Soru: Yakınlaşma belgesine dönersek; Kıbrıs Türk tarafının önerileri kurucu
devletlere daha çok yetki vermek, Rum tarafının önerileri ise federal devlete
daha çok yetki vermek yönünde. Neden federal devleti benimsemedik ve bizim
değilmiş gibi davrandık?
Cumhurbaşkanı Talat: Evet tam da öyle! İşte bu algı ne yazık ki
yerleşti. Ben köylere de gittiğimde, köylerde toplantılar da yaptığımda, ‘Kıbrıs
Türk devleti bizim, federasyon Rumların’ gibi bir hava var.
Soru: Ama masada siz de öyle davrandınız?
Cumhurbaşkanı Talat: Yok öyle davranmadık. Biz sonuçta Kıbrıs Türk
kamuoyunu da tatmin edecek bazı unsurların anlaşmaya katılmasını istedik.
Çabamız oydu. Benim çok vurguladığım bir tez vardı. Diyordum ki, Kıbrıslı
Türklerin federal düzeyde, federasyonda hem siyasal hem sayısal ağırlığını
artıralım, biz yetkilerin daha fazlasının federal hükümete verilmesine itiraz
etmeyiz... Yani örneğin, Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların nüfus oranı
8’e 2’dir. Bu, Kıbrıs Cumhuriyeti kurumlarına 7’ye 3 olarak yansıtıldı... Ben
diyordum ki, madem ki Rum tarafı federal merkeze daha çok yetki istiyor, gelin
bu oranı 6’ya 4 yapalım, ve daha çok yetki verelim. O zaman Kıbrıslı Türkler
federal merkezi daha çok benimserdi. Rum tarafı neden federal merkezi güçlü
istiyor? Onlar da bizim gün gele şapkamızı alıp kaçmamızdan korkuyor. Ben de
onlara bu güvenceyi verebilmek için diyordum ki, ‘Tamam, federal merkezi daha
güçlü yapalım... ama sayısalda biraz artmamıza izin verin siz de... Ve bu
önerim prensip olarak Rum tarafından kabul görmüştü.
Soru: Siz ve Hristofyas müzakerelere devam
edebileydiniz bugün Birleşik Kıbrıs’ta olur muyduk?
Cumhurbaşkanı Talat: Olabilirdik diye düşünüyorum... Ben umutluydum. Hele
bir ara öyle bir hareketlenme oldu ki, AB de işin içine girdi ve AB dönem
başkanı olarak İspanya, Madrid’de Kıbrıslı Türkler, Rumlar, Türkiye, Yunanistan,
İngiltere, BM ve AB’nin katılacağı bir zirve organize etmeyi öngördü. Bu
zirvede son durumu deklare edecektik. Yani uluslararası toplumda da büyük bir
heyecan vardı o dönemde, özellikle de sonuna doğru.
Soru: Bir taraftan müzakere ederken ve çözüm için
çabalarken, bir taraftan da gerek sözcünüz vasıtasıyla, gerek kendi yaptığınız
açıklamalarda sürekli olarak Rum tarafını suçladınız. Çözüme, barışa ve iki
toplumun yakınlaşmasına yardım edecek bir dil değil, daha çok sağ seçmene hitap
edecek bir dil benimsediniz. Neden?
Cumhurbaşkanı Talat: O günün şartlarında bunu yapmak zorundaydık, çünkü
Rum tarafı sürekli olarak kendi tezlerini ortaya koyuyordu. Biz kendi
tezlerimizi ortaya koymazsak bu zafiyet belirtisi olurdu, bir. İkincisi, biz
Hz. İsa değildik. Yani bize bir tokat vurana öbür yanağımızı çeviremezdik... Böyledir
siyasi yaşam. Hele rakipler arasında bir tartışma yaşanıyorsa, bunu yapmak
zorundasınız... Suçlama oyunu diye tabir edebileceğiniz şeye girmemek tek
taraflı olmaz. İki taraflı olmak zorundadır... fakat ben bu açıklamaların müzakere
sürecine zarar verdiğini düşünmüyorum.
Soru: Müzakere sürecine değil belki, ama toplumlara
zarar verdi...
Cumhurbaşkanı Talat: Doğru, toplumlara bunun zararı var. İşte onun için
de ben Hristofyas’a, ‘liderler düzeyinde üzerinde uzlaşmadığımız konularda
açıklama yapmayalım’ önerisi götürmüştüm... Toplumları hazırlamak için o
şarttı. Eğer müzakerelere devam edebilseydik sanırım onu başaracaktık. O öneriyi
hayata geçirecektik diye düşünüyorum. Şu da var, anlaştığınız konular arttıkça
zaten suçlama oyununa gerek kalmaz. Anlamı kaybolur. Çünkü siz anlaşıyorsunuz,
anlaşa anlaşa yol alıyorsunuz, dışarıda ise birbirinizi suçluyorsunuz. Bu komik
bir şey olur... Dediğim gibi, ben iyi görüyordum gidişatı.
‘Burada Kıbrıs sorununun
samimiyetle çözümünü isteyen iki kişi var; sen ve ben’
Soru: İzin verirseniz, daha da geçmişe dönmek
istiyorum. Yaygın bir görüş var: Türkiye sorumluluğu üzerinden atmak için Annan
Planı’nın reddedilmesini istiyordu. Bu planını da başarıyla hayata geçirdi. Siz
bu süreci birebir yaşadınız. Bu görüşe katılıyor musunuz?
Cumhurbaşkanı Talat: Bu iddia bana göre son derece gülünçtür. Böyle bir
şey söz konusu değil. Ama, şu söz konusu olabilir: ‘Annan Planı’nın içinde iyi
olmayan şeyler var, inşallah Kıbrıslı Rumlar bunu reddeder de, uluslararası alanda
bir prestij kaybına uğrar; biz de prestijimizi yükseltiriz,’ arzusunda olan
Türkiyelilerin olduğunu biliyorum. Ama politika bu olsaydı, Bürgenstock’ta ve onun
öncesinde canımızı yemezdik. Binlerce sayfalık Annan Planı’nı Türkiye’nin dünyadaki
bütün büyükelçiliklerine göndererek tercümesini yaptırmazdık –çünkü metin Türkiye
Büyük Millet Meclisi’ne sunulacaktı ve garantör taraf olarak, orada da
onaylanacaktı. Bütün bunlara niye girildi ki eğer Rumların reddedeceği
bilinseydi? Ama dediğim gibi, bireysel olarak bunu düşünenler vardı, var. Biliyorum
var olduğunu. ‘Rumlar inşallah kabul etmez’ diyenler vardı, doğru.
Hatta, Bürgenstock’ta
Annan Planı sunulacağı gece, Türkiyeli bir yetkili bana, ‘Burada Kıbrıs
sorununun samimiyetle çözümünü isteyen iki kişi var,’ dedi. ‘Kim?’ dedim. ‘Sen
ve ben,’ dedi.
“Türkiye bir yanlış
değerlendirme sonucunda, Rusya’ya Annan Planı’nın Güvenlik Konseyi’nde onaylanması
konusundaki çekincesini bildirdi”
Soru: Türkiye neden Rusya’dan Güvenlik Konseyi’nin
Annan Planı’nın uygulanacağına ilişkin garantiyi ‘veto’ etmesini istedi?
Cumhurbaşkanı Talat: Orada bir yanlış anlama oldu. Sırf AKEL’i ikna
etmek için ve AKEL’in ‘hayır’ demesini engellemek için, bu anlaşmanın
uygulanacağına dair güvence vermek istediler. Çünkü AKEL uygulanacağına dair
güvence istedi. Onlar da dedi ki, Güvenlik Konseyi referandumdan sonra bu
anlaşmayı onaylayacak, not edecek. Ve bu arada bir de karar alacak ve silah
ticaretini yasaklayacak, adaya silah sokmak isteyenlere karşı yaptırım uygulayacak
vs. Ve bu yaptırımı da Chapter 7 altında uygulayacak. Chapter 7 Birleşmiş Milletler’e
güç kullanma hakkı verir. Birleşmiş Milletler, bu anlaşmayı kabul ettiğini
onaylayacağı zaman, Türkiye, ‘acaba bu, anlaşmanın uygulanmasını da Chapter 7
altına alır mı?’ diye bir endişeye kapıldı. Yani, Birleşmiş Milletler askerine
Türk askerine karşı silah kullanma, zor kullanma yetkisi verir mi? Bu Türkiye
için çok aşağılayıcı bir şey olurdu biliyorsunuz.
Soru: Öyle olsa bile, bu, Türkiye’nin sadece anlaşmayı
uygulamaması durumunda söz konusu olacaktı. Uygulamama niyeti yoksa neden
endişe etti?
Cumhurbaşkanı Talat: Ama anlaşmada zamanında uygulanamayacak şeyler
olabilir... Yani orada bir takvim var, ve o takvime genel hatlarıyla uyulacak.
Ama uygulanamayacağı durumlar da olabilir. Örneğin, evinden çıkmayabilir adam.
Elde olmayan sebepler olabilir. Buna karşı Birleşmiş Milletler askerinin güç
kullanma yetkisinin olması Türkiye’yi çok aşağılayıcı bir şey olur. Türkiye
böyle bir şeyi hiç yaşamadı tarihinde. Onlar bunu düşündüler. Ve o sırada kaba
bir değerlendirme yapıp, bunun doğru olmadığını söylediler. Ve benim bilgim
dışında - benim hiç haberim olmadı bundan - Rusya’ya bu konuda – ‘veto edin’
dediler mi bilmiyorum - ama şikayette bulundular... Sonra Papadopoulos veto
istedi ve Ruslar, ‘Türkler de istedi’ dedi. Ben Türkiye’nin veto istediğini
sanmıyorum. Türkiye asla Rusya’dan veto istemez. Stratejik olarak istemez. Ama
çekincesini söyledi. Ruslar da, ‘zaten Türkler de çekinceliydi,’ dedi. Ama
Türkiye bunu çok kısa bir süre sürdürdü. Belki bir gün, yarım gün. Sonra fark
ettiler ki doğru değil bu değerlendirme. Yani anlaşmanın uygulanması Chapter 7’ye
girmiyor; Chapter 7’ye sadece silah sokma faaliyeti giriyor. Silah sokma
faaliyetinde de Birleşmiş Milletler’in silah kullanma, zor kullanma yetkisi bir
ihtiyaçtır aslında. Sonuçta Türkiye itirazını çekti geri ama olan oldu artık.
Rusya bunu kullandı.
Soru: Geriye dönüp baktığınızda pişmanlıklarınız
var mı?
Cumhurbaşkanı Talat: Var... Ben seçimi dikkate almadan çalıştım. Bu da
sonuç itibarıyla yanlış yaptığım bir şey sayılabilir. Seçimi dikkate
almalıydım. Son güne kadar müzakere ettim, hiç seçim düşünmedim. Belki çözeriz
diye gayret gösterdim ve dedim ki, ‘halk bunu taktir edecek.’ Belki seçimlerden
3 ay önce, 5 ay önce görüşmeleri kesseydim ve propagandaya yönelseydim sonuç
daha farklı olurdu. İnsan yaşamında geri döndürülemez bazı şeyler arasında
sayılabilir bu. Her şey zamanında yapılırsa işe yarar. ‘Aman bir an önce, aman
belki çözeriz,’ düşüncesiyle çalıştık. Seçim kampanyası yapmadık... Bunun
dışında, Hristofyas ile ilişkilerimde belki daha ikna edici olabilirdim diye
düşünüyorum. Hristofyas’ı şuna ikna edemedim: ‘Bu süreci bitirirsek biz
bitirebiliriz. Bizden sonraya bırakmayalım bunu.’... Bunları anlatabilseydik
belki daha farklı davranırdı. Hristofyas, ‘çözüm konusunda güzel, ciddi
ilerleme sağladık,’ demedi hiç. Deseydi, belki sonuç farklı olurdu.
No comments:
Post a Comment