Esra Aygın
Kıbrıslı Rum eski siyasetçi ve İki Toplumlu Kültürel Miras Komitesi eş-başkanı Takis Hadjidemetriou’nun yeni çıkan kitabı, Kıbrıs’ın bugünkü durumunu onyıllar öncesinden haber veren kehanet niteliğindeki belgeler ile dolu.
“Kıbrıs Cumhuriyeti 1959-1964 – Devlet ve Gölge Devlet” adı ile Yunanca yayımlanan kitap, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk dört yılında, özellikle devlet yönetiminde yaşanan olayları belgelerle gözler önüne sererek adada sonraki yıllarda yaşanan trajedilere de ışık tutuyor.
Özellikle Kıbrıs Cumhuriyeti Başkan Yardımcısı Doktor Fazıl Küçük’ün 12 Eylül 1961’de Başpiskopos Makarios’a yazdığı ve İngilizce olarak yayınlanan mektup, genç Cumhuriyet’te en baştan itibaren yaşanan sorunlar, devlet yönetiminde iki toplum arasındaki gerginlik, ve adayı felakete sürükleyen hatalar zinciri ile ilgili önemli ipuçları ile dolu.
Söz konusu mektupta, Küçük, Makarios’a, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk bir yılında yaşanan ve kendisini ve toplumunu rahatsız eden bir dizi olaydan bahsediyor ve bu sorunların nasıl çözülebileceğini konuşmak adına görüşmeyi talep ediyor.
Küçük’ün kaleme aldığı sorunlar arasında, belli kararların Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Türk bakanların haberi olmadan alınması; bakanların, büyükelçilerin ve diğer bazı üst düzey görevlilerin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran Zürih ve Londra Anlaşmalarını açıkça kınaması; enosis ve taksim taleplerini yeniden alevlendirecek olan “self-determinasyon” söyleminin devlet yetkililerince canlandırılması; ve Anayasa ve Anayasa Mahkemesi’nin bazı kararlarının görmezden gelinmesi var.
Bu adaya gerçek barış, ancak her iki toplumun da kendi geçmişi, suçları ve hatalarıyla yüzleşmesi ile gelebilir. Bu anlamda, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk günlerinden itibaren yaşananları ortaya koyması açısından hem Hadjidemetriou’nun kitabı hem de kitapta yer alan Doktor Küçük’ün mektubu çok önemli.
İşte mektubun tam çevirisi:
Sevgili Başpiskopos,
Cumhuriyetimiz ilk yılını tamamladı. Bu süre içerisinde durumu sabırla izledim. Cumhuriyet’e, ilk adımlarını hiçbir engel olmadan atması için samimi bir şans verme arzusu ile, bazen, küçük düşürücü durumlara ve itaatsizliklere şikayet etmeksizin katlandım. Bu mektubun amacı, bana büyük kaygı ve endişe veren temel olayları kayda geçirmek, ve benzer olayların yeniden yaşanmasını önlemek için zat-ı şahanelerinizden yardım rica etmektir.
Öncelikle, Bakanlar Kurulu toplantılarında, Rum ve Türk bakanlar arasında genelde meydana gelen gereksiz uzun tartışmalardan bahsetmek zorundayım. Ne zaman belli bir toplumu-uzaktan ve dolaylı da olsa- etkileyen herhangi bir konu tartışmaya açılsa, kurulun otomatik olarak bir tarafta Rum üyeler, diğer tarafta Türk üyeler olmak üzere iki gruba ayrıldığını gözlemlemek gerçekten hayal kırıklığına uğratıcı ve cesaret kırıcıdır.
Dahası, bu tür tartışmalar sırasında bazı bakanların benimsedikleri düşmanca tutum ve yaklaşımlarının tonu kifayetsizdir ve kimilerimizin anlayış ve işbirliği ruhu içerisinde çalışma gerekliliğini henüz anlamamış veya takdir etmemiş olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. […] Örneğin, Rum bakanların, 1961 bütçesi değerlendirilirken, 1961’de yürütülecek çalışmalar listesine dahil edilmesi önerilen hemen her Türk projesine itiraz etmesi beni büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştır. Türk köylerine veya sakinlerine fayda sağlayacak herhangi bir kalkınma projesinin bütçeye, siz zat-ı şahanelerinin tavsiyesine rağmen dahil edilmesine ilişkin isteksizliklerini ve infiallerini göstermişlerdir. Bakanlar Kurulu toplantılarının tutanakları bu tür örneklerle doludur.
İkinci olarak, Bakanlar Kurulu’na havale edilen meselelerin öncelikle Rum bakanların katıldığı bir toplantıda görüşüldüğü ve çoğunluğu oluşturan Rum bakanların, Bakanlar Kurulu toplantısına ne şekilde hareket edeceklerini kararlaştırmış halde geldikleri açıktır. Bu nedenle, Türk bakanlar, Bakanlar Kurulu toplantılarındaki varlıklarının sadece formalite icabı olduğu izlenimini edinmektedir. Aslında onların varlığı tek bir amaca hizmet etmektedir: ihtilaflı konularda kendi görüşlerini ifade etmek ve karşı oylarını kayda geçirmek.
Üçüncü olarak, belli politika konuları, Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Türk Bakanlara danışılmadan, hatta bilgilendirilmeden ele alınmaktadır. Birçok kez, veto hakkımız olan konulardaki kararları bile yerel basının haber sütunlarından öğrenmiş bulunmaktayım. Buna en son örnek, Belgrad Konferansı Kıbrıs Heyetine Sayın Rossides ve Kranidiotis’in dahil edilmesidir.
Dördüncü olarak, Kamu Hizmeti Komisyonu, görevini yerine getirmekte başarısız olmuştur. Artık bu komisyonun üyelerinin mantalitesini bildiğimize göre, aynı komisyonun Kamu Hizmetinde 70:30 oranını uygulayabilmesini beklemek boşunadır. Dolayısıyla, bu komisyonun çalışmalarına katkı yapmak yerine engel olan bazı üyelerin görevine son vermemizin yasallığı ciddi olarak düşünülmesi gereken bir konudur.
Beşinci olarak, şunları görmek gerçekten çok cesaret kırıcı ve hayal kırıklığı yaratıcıdır:
• Bakanlar, büyükelçiler ve diğer üst düzey yetkililer ara sıra, [“self-determinasyon”u destekleyici açıklamalar yapmakta; Başpiskopos Makarios ve General Grivas’ın önderlik ettiği mücadelenin henüz temize çıkmadığı, Zürih ve Londra Anlaşmalarının Kıbrıslı Rumların umut ve özlemlerini karşılamadığı, amacına ulaşana kadar mücadelenin devam edeceği mealinde şeyler söylemekte; ve belli bir bakan, EOKA “savaşçılarının” çıkarlarına hizmet etmek için o pozisyonda olduğunu belirtmektedir].
• Zürih ve Londra Anlaşmalarını ve anayasamızı açıkça kınayan kişilerin sayısı günden güne artmaktadır; bu kişilerin faaliyetleri anayasaya aykırıdır […] ancak bu konuda yasal takibat yapılmamaktadır.
• Kıbrıs’ta “self determinasyon” ilkesinin iki toplum arasında güvensizlik ve düşmanlık duyguları yaratacağı ve eski “enosis” ve “taksim” taleplerini yeniden canlandıracağı bilinmesine rağmen, bu ilke genel bir tartışma konusu haline getirilmiştir […] ve bu [yetkili isimlerce teşvik edilmektedir].
• Özellikle hükümet çevrelerinde şöyle bir genel eğilim ortaya çıkmıştır: Eğer, belli anayasa hükümlerinin, çoğunluğun çıkarlarına aykırı olduğu tecrübe edilmişse, söz konusu hükümler görmezden gelinmekte, Anayasa Mahkemesi’nin belli kararları eğer hükümet politikalarına aykırı ise, etkisiz kılınmaları için yollar ve vesileler bulunmaktadır.
Son olarak, gözden geçirilmekte olan yıl boyunca yetkilerimizi kırpmak için (özellikle bu Cumhuriyetin başkan yardımcısının) belli girişimlerin yapılmış olduğunu gösteren şu örneklere atıf yapmak zorunda kalmak benim için derin bir üzüntü konusudur. [Küçük, devamında, dışişleri bakanlığı ve diğer bakanlıkların eylem ve ihmalleri, yetkin Kıbrıs Türk memurların açığa alınması, Cumhurbaşkanı yardımcısının yazdığı mektuplara ve bilgi taleplerin yanıt verilmemesi ile ilgili geniş kapsamlı örneklerden bahseder].
Tüm bu bahsettiklerim ve burada bahsetmeme gerek olmayan diğer nedenler göz önünde bulundurulduğunda, bizim isteğimiz doğrultusunda görev yapan bakanlarımızın tavsiyelerimizi, taleplerimizi ve talimatlarımızı görmezden gelmesine ve bunlar hilafında kararlar almasına izin vererek doğru ve anayasal davrandığımızdan şüphe duymaya başlamış bulunmaktayım. Korkarım bakanların Cumhuriyet’in başkanını ve başkan yardımcısını hiçe sayma eğilimi anayasamızın ruhunu yerle bir edecektir. […]
Dolayısıyla, cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkanı yardımcısının yetkilerine baş kaldıran belli bakanlara güçlü şekilde karşı olduğunu belirtirim. […]
[…] Bu nedenle, tüm tartışmalı konularda kendi aramızda bir ön tartışma yaparak ve mutabık kaldığımız ölçüde önerilerimizi ortaklaşa masaya yatırarak bu sorunlarla yüzleşmeyi önermekteyim […].
Bu mektubu inceledikten ve bir kanaat oluşturduktan sonra mektubun içeriğini sizinle tartışma fırsatını bana vermenize minnettar olurum.
Saygılarımla, Dr. F. Küçük
No comments:
Post a Comment