Thursday 26 June 2014

Kıbrıs Cumhuriyeti Eski Dışişleri Bakanı Nikos Rolandis ile Röportaj (Havadis Gazetesi, 22 Haziran 2014)




Rolandis: Zaman çözüm şansını öldürdü


Kıbrıs Cumhuriyeti Eski Dışişleri Bakanlarından Nikos Rolandis Kıbrıs’ta herhangi bir çözüm bulunacağına dair çok umutlu olmadığını, aradan geçen yılların çözüm şansını azalttığını söyledi.  

Bu durumu, “Elinizde küçük bir yara olduğunu varsayın. Bu yarayı hemen müdahale etmeniz durumunda iyileştirmek kolaydır. Ama o yarayı orada bırakırsanız kötüleşir, enfeksiyon kapar. Ve daha da gecikirseniz, sonunda kolunuzu kesmek zorunda bile kalabilirsiniz” diye açıklayan deneyimli siyasetçi, Kıbrıs için kaçırılmış olan en büyük çözüm fırsatının 1978 Anglo-Amerikan-Kanada Planı olduğunu belirtti.

İşte Rolandis’in Havadis gazetesinin sorularına verdiği yanıtlar...

Zaman zaman yayınladığınız makalelerinizde, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda pek de iyimser olmadığınız anlaşılıyor. Sizce zaman Kıbrıs’ta çözüm şansını öldürdü mü?
Rolandis: Bir bakıma evet. Zaman geçtikçe her şey daha karmaşık bir hale gelir, durum çimentolaşır. Bu da doğaldır. Durum çimentolaştığında artık yapabileceğiniz çok fazla bir şey kalmaz. Elinizde küçük bir yara olduğunu varsayın. Bu yarayı hemen müdahale etmeniz durumunda iyileştirmek kolaydır. Ama o yarayı orada bırakırsanız kötüleşir, enfeksiyon kapar. Ve daha da gecikirseniz, sonunda kolunuzu kesmek zorunda bile kalabilirsiniz.
1970li yıllara dönecek olursak, o dönemde, iki taraf arasındaki farklılıklar çok daha kolay aşabilecek durumdaydı.
Birincisi, o yıllarda henüz adada Türkiye’de gelen yerleşikler yoktu. Şu anda ise bu insanların çoğu ikinci veya üçüncü jenerasyon. Onlara ‘Türkiye’ye geri gidin’ diyebilir misiniz? Diyemezsiniz tabii. İkincisi, Kıbrıslı Rumların malları dokunulmamış bir şekilde bırakıldıkları gibi duruyordu. Şu anda çoğu veya önemli bir kısmı üzerinde inşaatlar yapıldı ve mülkiyet sorununun çözümü çok zorlaştı. Üçüncüsü ise, Türkiye ve diğer taraflarca yapılan yatırımlar. Eğer belli bir yere önemli yatırımlar yapmışsanız oradaki menfaatlerinizden kolay kolay vazgeçmezsiniz. Dolayısıyla, zaman geçtikçe fırsatlar da yavaş yavaş yok olmaktadır.
Çeşitli konularda iki taraf arasında yer alan farklılıkları analiz edersek - örneğin toprak konusunda, anayasa konusunda, mülkiyet konusunda, garantiler konusunda - 30 yıl önce bu farklılıklar bugün olduklarından çok daha küçük ve yönetilebilir farklılıklardı. Bugün bu konuların hepsi çok sıkıntılı konular haline geldi.
Dolayısıyla ben çok umutlu değilim ve hayatını birleşik bir Kıbrıs’a adamış insanlardan biri olarak bunu söylemekten de hiç hoşlanmıyorum. Tabii ki umut etmeliyiz. En son umut ölür. Ama er ya da geç ölür.

Peki dönemin liderleri zaman geçtikçe işlerin zorlaşacağını göremiyorlar mıydı?
Rolandis: Maalesef liderlerimizden bazıları, ki Spyros Kyprianou da böyle biriydi, mutlak olanın peşindeydiler. Ve bu dünyada mutlak diye bir şey yoktur. İlk başlarda Sayın Rauf Denktaş’ın egosu henüz daha sonra olduğu kadar büyük değilken, karşısında Kyprianou gibi idealler peşinde koşan bir adam vardı. Zaman geçtikçe Denktaş da çok zor bir adama dönüştü. Daha sonra Vassiliou ve Klerides gibi sorunu çözebilecek liderler geldiğinde ise, artık Denktaş çok büyük bir egoya sahipti ve çok zor bir adam haline gelmişti. Bu tabii ki çok doğal. Çok uzun yıllar çok yüksek bir makamda olduğunuzda doğal olarak değişirsiniz. Size tanık olduğum bir olayı anlatayım: 1978 veya 1979 yılında dışişleri bakanıyken, New York’ta Güvenlik Konseyi’nin girişinde, elçilik şoförünü bekliyordum. Rauf Denktaş da karşıdaki Türkiye Elçiliğinden çıktı ve yanında bir Türk diplomat ile yolun karşısındaki BM binasına yürüdüler. BM’nin girişine geldiklerinde, kapıdaki güvenlik görevlisi onları içeriye almadı. Türk diplomat görevliye Denktaş’ın kim olduğunu anlatmaya çalıştı ve bir süre tartıştılar. Sonra diplomat telefonla içeriden birilerini aradı. Bir süre yine münakaşa ettikten sonra güvenlikten geçerek içeriye girdiler. Bu 1970lerin sonundaki Denktaş. Daha sonra, 1990larda, Denktaş BM’ye Türk bayraklı kocaman bir limuzin içinde geliyordu. İlk başlarda yanınızda bir diplomatla yürüyerek yolu geçiyorsunuz ve içeriye girmek için tartışıyorsunuz. Sonraları, yolun bir tarafından karşı tarafına kocaman bir limuzin içerisinde geçiyorsunuz. Tabii ki egonuz büyüyecektir, bu çok insani bir durum.

Sizce kaçırdığımız en büyük fırsat hangisiydi?
Rolandis: 1978 Anglo-Amerikan-Kanada Planı. Bu plan, 1960 üniter devletini federal bir devlete dönüştürüyordu ve tabii ki federasyonun gereği olarak Kıbrıslı Türklere ek bazı haklar getiriyordu. İki toplum federasyon temelinde bir arada yaşayacaklardı ve eğer o plan temelinde birleşseydik bugün çok iyi bir noktada olacaktık. İnanın bana bu plan Kıbrıs için, Kıbrıs’taki her iki toplum için gelmiş geçmiş en iyi plandı.

Bu plan sonuçta Kıbrıslı Rum Lider Spyros Kyprianou tarafından reddedilmişti. Bunun gerekçesi neydi?
Rolandis: En büyük itiraz AKEL’den geldi, çünkü bunun emperyalist bir plan olduğunu düşünen Moskova’dan mesaj almışlardı. Plan 10 Kasım’da New York’ta bana verildiğinde, AKEL dahil hiçbir parti plana karşı olumsuz bir tutum içerisinde değildi. Ancak Kıbrıs’a döndüğümüzde, benim de çok iyi tanıdığım dönemin Sovyet Büyükelçisi Sergei Astavin, AKEL’e Moskova’nın bu planı onaylamadığını söyledi. AKEL de plana ‘hayır’ dedi. Ve Kyprianou da bunu kullandı çünkü, gözü hep yıldızlarda-ideal olanda olan bir adam olarak, plandan çok memnun değildi. Üstelik, dönemin ABD Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Matthew Nimetz, bana, gizli kalması şartıyla, Ankara’nın da plana karşı negatif bir tutum içerisinde olmadığını aktarmıştı.

Peki Rusya bu planı neden istemedi?
Rolandis: Rusya, NATO’nun bölgede güçlü bir mevcudiyetinin olmasını istemiyordu. Türkiye ve Yunanistan NATO üyesiydiler. Diğer tarafta İsrail vardı, İngiliz üsleri ve Akdeniz’de Amerika’nın donanması vardı. Ve tabii ki bölgede NATO’nun etkisinde bir devlet daha istemiyorlardı.

AKEL yakın geçmişte de Annan Planı’nı reddetti. O dönemde neler yaşandı?
Rolandis: Annan Planı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1475 No.’lu kararı ile güçlü bir şekilde desteklenmişti. Ve bu karar oybirliği ile alınmıştı.
Ancak dönemin Cumhurbaşkanı Tassos Papadopoulos bu plana karşıydı. AKEL de Papadopoulos’u desteklediği için, kendilerinin plana ‘evet’ Papadopoulos’un ise hayır demesinin hükümetteki varlıklarının tehlikeye atacağını biliyordu. AKEL, Cuma akşamı plana karşı olumluyken, Cumartesi sabahına kadar tutumu değişti.

Peki Rusya’nın o dönemde Güvenlik Konseyi’nin Annan Planı’nın uygulanacağına ilişkin garantiyi veto etmesi ile ilgili ne söyleyebilirsiniz?
Rolandis: Bu tuhaf bir durumdu çünkü dediğim gibi, Güvenlik Konseyi Rusya’nın da oyu ile alınan 1475 sayılı kararla, Annan Planı’na destek vermişti. Ancak daha sonra AKEL, Annan Planı konusunda fikrini değiştirdiğinde, Dışişleri Bakanı George Iacovou’yu Moskova’ya göndererek Ruslara planın uygulanması konusunu onaylamamalarını söyledi.

Bildiğim kadarıyla AKEL Kıbrıs sorunu konusunda hiç geriye bakıp da bir özeleştiri yapmadı veya kendini sorgulamadı değil mi?
Rolandis: Bazı iç konularda bunu yaptılar ve ‘mea culpa’ dediler. Ama 1978’de yaşananlara hiç değinmediler. Moskova’dan talimat aldıklarını da hiçbir zaman itiraf etmediler. Ancak bunu herkes biliyor. Zaten daha sonra AKEL’den ayrılan kişilerden biri olan Andreas Fantis – ki o dönemde AKEL’in 2 numaralı adamıydı, bu yaşananları kabul etti.

Şu anda liderlik koltuğunda oturan Nicos Anastasiades ve Derviş Eroğlu ile ilgili düşünceleriniz nedir?
Rolandis: Ben bu sürecin başından beridir pek umutlu değilim. Başta konuştuğumuz tüm unsurlar artık çözümü çok zor kılıyor. Nicos Anastasiades çok iyi düzgün adam. Çok mantıklı ve gerçekçi bir insan. Onu uzun yıllardır tanıyorum. Kıbrıs sorununu çözebilecek kişi olabilirdi, ancak sanırım hayatımıza çok geç girdi. Dahası, şu anda karşısında Sayın Eroğlu var. Onunla bir çözüme ulaşılabileceğini düşünmüyorum. Eroğlu çok zor, aşırı zor bir insan. Bir çözüm için çabalayacak biri değil çünkü federal çözüme inanmıyor.
Bakın, Talat düzgün bir insandı. Ilımlıydı ve bir çözüm için gerçekten çok çalıştı. Ama o zaman da Hristofyas bir şekilde adım atmayı beceremedi. Sanırım ne kadar büyük bir fırsat yakalanmış olduğu gerçeğini kavrayamadı. Sonuç olarak burada evet diyebilecek bir lider olunca orada hayır diyen bir lider oluyor, orada evet diyebilecek bir lider olduğunda da burada hayır diyen bir lider oluyor. Ve aynı hikaye tekar tekrar yaşanıyor. Bu Kıbrıs için çok acı. İnsan bu memleket ne olacak diye düşünmekten kendini alamıyor.

Peki federal bir çözüm bulamazsak sizce bu memleket ne olacak?
Rolandis: Bu çok iyi bir soru. Durum iyi değil. Her iki taraf da, eğer bir çözüme ulaşamazsak bizleri çok daha kötü günlerin beklediğini anlamak zorunda. Ama maalesef çoğu zaman kötü şeylerin geleceğini, o kötü şeyler gelene kadar farketmezsiniz. Ben bu konuda herhangi bir öngörüde bulunmak istemiyorum ama şurası kesin ki, Kıbrıs için iyi olmayacak. Ve Kıbrıs derken her iki toplumdan bahsediyorum.

ABD’nin şu anda devam etmekte olan sürece olan yakın ilgisi ile ilgili düşünceleriniz nedir?
Rolandis: Amerikalıların bu bölgeye büyük ilgi gösterdikleri şüphesiz. Burada jeopolitik çıkarları var. Burası Doğu Akdeniz ve daha önce de dediğim gibi bu bölgede geçmişten gelen bir Batı mevcudiyeti var. Bu nedenle dünyanın bu bölgesini kontrolleri altında tutmak istiyorlar. Tabii şimdi bölgede hidrokarbon rezervlerinin ortaya çıkması ile, ABD Kıbrıs’ta çözüm fikrinin farklı bir boyut kazandığını düşünüyor. Şu ana kadar bulunan miktar çok fazla değil ancak ABD’nin bölgede yaptığı jeolojik araştırmalara göre Levant Havzası – yani Kıbrıs, Lübnan, İsrail ve Suriye kıyıları boyunca uzanan bölge - dünya doğalgaz rezervlerinin yüzde 2’sine ve dünya petrol rezervlerinin yüzde 0.5’ine sahip. Tabii, dünya rezervleri ile karşılaştırıldığında bu çok fazla değil. Ancak bu rezervlerin maddi değerine baktığımızda, yüz milyarlarca hatta trilyonlarca dolardan bahsediyoruz.  

Siz Kıbrıs’ta doğalgaz konusunu ilk dile getiren insanlardan birisiniz. Hatta bu nedenle alay konusu bile olmuştunuz. Kıbrıs’ta hidrokarbon rezervleri olduğunu ilk ne zaman öğrendiniz?
Rolandis: 1980 yılında ben Dışişleri Bakanı iken, iki petrol devi Amoco ve Standard Oil bu bölgede bulunduğuna inanılan doğalgaz ve petrol yatakları ile ilgili benimle temasa geçtiler. Ancak Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kurt Weildheim, bizi bu konuda adım atmamak konusunda uyardı çünkü bunun Türkiye ile bir çatışmaya neden olabileceğinden endişe ediliyordu. Kyprianou da Weildheim’in tavsiyesine uydu ve konu orada bırakıldı.

Peki şu anda Türkiye’nin rızası olmadan Kıbrıs doğalgaz rezervlerinden faydalanabilir mi?
Rolandis: Bu da çok iyi bir soru. Bunu cevaplayamam ama bunun, çözüm için çalışmamızı gerektiren ek bir neden olduğunu düşünüyorum. Eğer bir çözüme ulaşabilirsek Türkiye’den herhangi bir engelleme ile karşılaşmayız. Ancak çözüm olmazsa, bana göre durum çok zor bir hal alacak. Bu tarz konular söz konusu olduğunda Türkiye kolay bir komşu değil. Ve bunun çok zor bir macera olacağına dair elimizde birçok gösterge var.


No comments:

Post a Comment