Rolandis: Zaman çözüm şansını öldürdü
Kıbrıs
Cumhuriyeti Eski Dışişleri Bakanlarından Nikos Rolandis Kıbrıs’ta herhangi bir
çözüm bulunacağına dair çok umutlu olmadığını, aradan geçen yılların çözüm
şansını azalttığını söyledi.
Bu durumu,
“Elinizde küçük bir yara olduğunu varsayın. Bu yarayı hemen müdahale etmeniz
durumunda iyileştirmek kolaydır. Ama o yarayı orada bırakırsanız kötüleşir,
enfeksiyon kapar. Ve daha da gecikirseniz, sonunda kolunuzu kesmek zorunda bile
kalabilirsiniz” diye açıklayan deneyimli siyasetçi, Kıbrıs için kaçırılmış olan
en büyük çözüm fırsatının 1978 Anglo-Amerikan-Kanada Planı olduğunu belirtti.
İşte Rolandis’in
Havadis gazetesinin sorularına verdiği yanıtlar...
Zaman zaman yayınladığınız makalelerinizde, Kıbrıs
sorununun çözümü konusunda pek de iyimser olmadığınız anlaşılıyor. Sizce zaman Kıbrıs’ta
çözüm şansını öldürdü mü?
Rolandis: Bir bakıma evet. Zaman geçtikçe her şey daha
karmaşık bir hale gelir, durum çimentolaşır. Bu da doğaldır. Durum
çimentolaştığında artık yapabileceğiniz çok fazla bir şey kalmaz. Elinizde
küçük bir yara olduğunu varsayın. Bu yarayı hemen müdahale etmeniz durumunda
iyileştirmek kolaydır. Ama o yarayı orada bırakırsanız kötüleşir, enfeksiyon
kapar. Ve daha da gecikirseniz, sonunda kolunuzu kesmek zorunda bile
kalabilirsiniz.
1970li yıllara
dönecek olursak, o dönemde, iki taraf arasındaki farklılıklar çok daha kolay
aşabilecek durumdaydı.
Birincisi, o
yıllarda henüz adada Türkiye’de gelen yerleşikler yoktu. Şu anda ise bu
insanların çoğu ikinci veya üçüncü jenerasyon. Onlara ‘Türkiye’ye geri gidin’
diyebilir misiniz? Diyemezsiniz tabii. İkincisi, Kıbrıslı Rumların malları
dokunulmamış bir şekilde bırakıldıkları gibi duruyordu. Şu anda çoğu veya
önemli bir kısmı üzerinde inşaatlar yapıldı ve mülkiyet sorununun çözümü çok
zorlaştı. Üçüncüsü ise, Türkiye ve diğer taraflarca yapılan yatırımlar. Eğer
belli bir yere önemli yatırımlar yapmışsanız oradaki menfaatlerinizden kolay
kolay vazgeçmezsiniz. Dolayısıyla, zaman geçtikçe fırsatlar da yavaş yavaş yok
olmaktadır.
Çeşitli konularda
iki taraf arasında yer alan farklılıkları analiz edersek - örneğin toprak
konusunda, anayasa konusunda, mülkiyet konusunda, garantiler konusunda - 30 yıl
önce bu farklılıklar bugün olduklarından çok daha küçük ve yönetilebilir
farklılıklardı. Bugün bu konuların hepsi çok sıkıntılı konular haline geldi.
Dolayısıyla ben
çok umutlu değilim ve hayatını birleşik bir Kıbrıs’a adamış insanlardan biri
olarak bunu söylemekten de hiç hoşlanmıyorum. Tabii ki umut etmeliyiz. En son
umut ölür. Ama er ya da geç ölür.
Peki dönemin liderleri zaman geçtikçe işlerin
zorlaşacağını göremiyorlar mıydı?
Rolandis: Maalesef liderlerimizden bazıları, ki Spyros
Kyprianou da böyle biriydi, mutlak olanın peşindeydiler. Ve bu dünyada mutlak
diye bir şey yoktur. İlk başlarda Sayın Rauf Denktaş’ın egosu henüz daha sonra
olduğu kadar büyük değilken, karşısında Kyprianou gibi idealler peşinde koşan
bir adam vardı. Zaman geçtikçe Denktaş da çok zor bir adama dönüştü. Daha sonra
Vassiliou ve Klerides gibi sorunu çözebilecek liderler geldiğinde ise, artık
Denktaş çok büyük bir egoya sahipti ve çok zor bir adam haline gelmişti. Bu
tabii ki çok doğal. Çok uzun yıllar çok yüksek bir makamda olduğunuzda doğal
olarak değişirsiniz. Size tanık olduğum bir olayı anlatayım: 1978 veya 1979
yılında dışişleri bakanıyken, New York’ta Güvenlik Konseyi’nin girişinde,
elçilik şoförünü bekliyordum. Rauf Denktaş da karşıdaki Türkiye Elçiliğinden
çıktı ve yanında bir Türk diplomat ile yolun karşısındaki BM binasına
yürüdüler. BM’nin girişine geldiklerinde, kapıdaki güvenlik görevlisi onları
içeriye almadı. Türk diplomat görevliye Denktaş’ın kim olduğunu anlatmaya
çalıştı ve bir süre tartıştılar. Sonra diplomat telefonla içeriden birilerini
aradı. Bir süre yine münakaşa ettikten sonra güvenlikten geçerek içeriye
girdiler. Bu 1970lerin sonundaki Denktaş. Daha sonra, 1990larda, Denktaş BM’ye
Türk bayraklı kocaman bir limuzin içinde geliyordu. İlk başlarda yanınızda bir
diplomatla yürüyerek yolu geçiyorsunuz ve içeriye girmek için tartışıyorsunuz.
Sonraları, yolun bir tarafından karşı tarafına kocaman bir limuzin içerisinde
geçiyorsunuz. Tabii ki egonuz büyüyecektir, bu çok insani bir durum.
Sizce kaçırdığımız en büyük fırsat hangisiydi?
Rolandis: 1978 Anglo-Amerikan-Kanada Planı. Bu plan, 1960
üniter devletini federal bir devlete dönüştürüyordu ve tabii ki federasyonun
gereği olarak Kıbrıslı Türklere ek bazı haklar getiriyordu. İki toplum
federasyon temelinde bir arada yaşayacaklardı ve eğer o plan temelinde
birleşseydik bugün çok iyi bir noktada olacaktık. İnanın bana bu plan Kıbrıs
için, Kıbrıs’taki her iki toplum için gelmiş geçmiş en iyi plandı.
Bu plan sonuçta Kıbrıslı Rum Lider Spyros
Kyprianou tarafından reddedilmişti. Bunun gerekçesi neydi?
Rolandis:
En büyük itiraz AKEL’den geldi, çünkü bunun emperyalist
bir plan olduğunu düşünen Moskova’dan mesaj almışlardı. Plan 10 Kasım’da New York’ta bana verildiğinde,
AKEL dahil hiçbir parti plana karşı olumsuz bir tutum içerisinde değildi. Ancak
Kıbrıs’a döndüğümüzde, benim de çok iyi tanıdığım dönemin Sovyet Büyükelçisi
Sergei Astavin, AKEL’e Moskova’nın bu planı onaylamadığını söyledi. AKEL de
plana ‘hayır’ dedi. Ve Kyprianou da bunu kullandı çünkü, gözü hep yıldızlarda-ideal
olanda olan bir adam olarak, plandan çok memnun değildi. Üstelik, dönemin ABD
Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Matthew Nimetz, bana, gizli kalması şartıyla, Ankara’nın
da plana karşı negatif bir tutum içerisinde olmadığını aktarmıştı.
Peki Rusya bu planı neden istemedi?
Rolandis: Rusya, NATO’nun bölgede güçlü bir mevcudiyetinin
olmasını istemiyordu. Türkiye ve Yunanistan NATO üyesiydiler. Diğer tarafta
İsrail vardı, İngiliz üsleri ve Akdeniz’de Amerika’nın donanması vardı. Ve
tabii ki bölgede NATO’nun etkisinde bir devlet daha istemiyorlardı.
AKEL yakın geçmişte de Annan Planı’nı reddetti. O
dönemde neler yaşandı?
Rolandis: Annan Planı, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nin 1475 No.’lu kararı ile güçlü bir şekilde desteklenmişti. Ve bu
karar oybirliği ile alınmıştı.
Ancak dönemin
Cumhurbaşkanı Tassos Papadopoulos bu plana karşıydı. AKEL de Papadopoulos’u
desteklediği için, kendilerinin plana ‘evet’ Papadopoulos’un ise hayır
demesinin hükümetteki varlıklarının tehlikeye atacağını biliyordu. AKEL, Cuma
akşamı plana karşı olumluyken, Cumartesi sabahına kadar tutumu değişti.
Peki Rusya’nın o dönemde Güvenlik Konseyi’nin
Annan Planı’nın uygulanacağına ilişkin garantiyi veto etmesi ile ilgili ne
söyleyebilirsiniz?
Rolandis: Bu tuhaf bir durumdu çünkü dediğim gibi, Güvenlik
Konseyi Rusya’nın da oyu ile alınan 1475 sayılı kararla, Annan Planı’na destek
vermişti. Ancak daha sonra AKEL, Annan Planı konusunda fikrini değiştirdiğinde,
Dışişleri Bakanı George Iacovou’yu Moskova’ya göndererek Ruslara planın uygulanması
konusunu onaylamamalarını söyledi.
Bildiğim kadarıyla AKEL Kıbrıs sorunu konusunda hiç
geriye bakıp da bir özeleştiri yapmadı veya kendini sorgulamadı değil mi?
Rolandis: Bazı iç konularda bunu yaptılar ve ‘mea culpa’
dediler. Ama 1978’de yaşananlara hiç değinmediler. Moskova’dan talimat
aldıklarını da hiçbir zaman itiraf etmediler. Ancak bunu herkes biliyor. Zaten
daha sonra AKEL’den ayrılan kişilerden biri olan Andreas Fantis – ki o dönemde
AKEL’in 2 numaralı adamıydı, bu yaşananları kabul etti.
Şu anda liderlik koltuğunda oturan Nicos Anastasiades
ve Derviş Eroğlu ile ilgili düşünceleriniz nedir?
Rolandis: Ben bu sürecin başından beridir pek umutlu
değilim. Başta konuştuğumuz tüm unsurlar artık çözümü çok zor kılıyor. Nicos
Anastasiades çok iyi düzgün adam. Çok mantıklı ve gerçekçi bir insan. Onu uzun
yıllardır tanıyorum. Kıbrıs sorununu çözebilecek kişi olabilirdi, ancak sanırım
hayatımıza çok geç girdi. Dahası, şu anda karşısında Sayın Eroğlu var. Onunla
bir çözüme ulaşılabileceğini düşünmüyorum. Eroğlu çok zor, aşırı zor bir insan.
Bir çözüm için çabalayacak biri değil çünkü federal çözüme inanmıyor.
Bakın, Talat
düzgün bir insandı. Ilımlıydı ve bir çözüm için gerçekten çok çalıştı. Ama o
zaman da Hristofyas bir şekilde adım atmayı beceremedi. Sanırım ne kadar büyük
bir fırsat yakalanmış olduğu gerçeğini kavrayamadı. Sonuç olarak burada evet
diyebilecek bir lider olunca orada hayır diyen bir lider oluyor, orada evet
diyebilecek bir lider olduğunda da burada hayır diyen bir lider oluyor. Ve aynı
hikaye tekar tekrar yaşanıyor. Bu Kıbrıs için çok acı. İnsan bu memleket ne
olacak diye düşünmekten kendini alamıyor.
Peki federal bir çözüm bulamazsak sizce bu
memleket ne olacak?
Rolandis: Bu çok iyi bir soru. Durum iyi değil. Her iki
taraf da, eğer bir çözüme ulaşamazsak bizleri çok daha kötü günlerin
beklediğini anlamak zorunda. Ama maalesef çoğu zaman kötü şeylerin geleceğini,
o kötü şeyler gelene kadar farketmezsiniz. Ben bu konuda herhangi bir öngörüde
bulunmak istemiyorum ama şurası kesin ki, Kıbrıs için iyi olmayacak. Ve Kıbrıs
derken her iki toplumdan bahsediyorum.
ABD’nin şu anda devam etmekte olan sürece olan
yakın ilgisi ile ilgili düşünceleriniz nedir?
Rolandis: Amerikalıların bu bölgeye büyük ilgi
gösterdikleri şüphesiz. Burada jeopolitik çıkarları var. Burası Doğu Akdeniz ve
daha önce de dediğim gibi bu bölgede geçmişten gelen bir Batı mevcudiyeti var.
Bu nedenle dünyanın bu bölgesini kontrolleri altında tutmak istiyorlar. Tabii
şimdi bölgede hidrokarbon rezervlerinin ortaya çıkması ile, ABD Kıbrıs’ta çözüm
fikrinin farklı bir boyut kazandığını düşünüyor. Şu ana kadar bulunan miktar çok
fazla değil ancak ABD’nin bölgede yaptığı jeolojik araştırmalara göre Levant
Havzası – yani Kıbrıs, Lübnan, İsrail ve Suriye kıyıları boyunca uzanan bölge -
dünya doğalgaz rezervlerinin yüzde 2’sine ve dünya petrol rezervlerinin yüzde
0.5’ine sahip. Tabii, dünya rezervleri ile karşılaştırıldığında bu çok fazla
değil. Ancak bu rezervlerin maddi değerine baktığımızda, yüz milyarlarca hatta
trilyonlarca dolardan bahsediyoruz.
Siz Kıbrıs’ta doğalgaz konusunu ilk dile getiren
insanlardan birisiniz. Hatta bu nedenle alay konusu bile olmuştunuz. Kıbrıs’ta
hidrokarbon rezervleri olduğunu ilk ne zaman öğrendiniz?
Rolandis: 1980 yılında ben Dışişleri Bakanı iken, iki
petrol devi Amoco ve Standard Oil bu bölgede bulunduğuna inanılan doğalgaz ve
petrol yatakları ile ilgili benimle temasa geçtiler. Ancak Birleşmiş Milletler
Genel Sekreteri Kurt Weildheim, bizi bu konuda adım atmamak konusunda uyardı
çünkü bunun Türkiye ile bir çatışmaya neden olabileceğinden endişe ediliyordu. Kyprianou
da Weildheim’in tavsiyesine uydu ve konu orada bırakıldı.
Peki şu anda Türkiye’nin rızası olmadan Kıbrıs
doğalgaz rezervlerinden faydalanabilir mi?
Rolandis: Bu da çok iyi bir soru. Bunu cevaplayamam ama
bunun, çözüm için çalışmamızı gerektiren ek bir neden olduğunu düşünüyorum.
Eğer bir çözüme ulaşabilirsek Türkiye’den herhangi bir engelleme ile
karşılaşmayız. Ancak çözüm olmazsa, bana göre durum çok zor bir hal alacak. Bu
tarz konular söz konusu olduğunda Türkiye kolay bir komşu değil. Ve bunun çok
zor bir macera olacağına dair elimizde birçok gösterge var.
No comments:
Post a Comment