Çözümsüzlüğün bedeli çok ağır
İngiliz Yüksek
Komiseri Matthew Kidd, Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulmak için
yürütülmekte olan müzakerelerde in umulduğu kadar pürüzsüz ve hızlı
ilerlememesinin doğal olduğunu, ve bir çıkmazdan bahsetmek için çok erken
olduğunu belirtti. Çözüme ulaşmamanın bedelinin tüm taraflar için çok ağır
olacağı uyarısında bulunan Kidd, müzakerelerin ne kadar süreceğinde amaçlanan
sonucun önemli rol oynadığını söyledi. Kidd, son zamanlarda daha sık dile
getirilmeye başlanan çerçeve anlaşma yönteminin birçok nedenden dolayı çekici
bir yaklaşım olduğunu vurguladı.
Kıbrıs’taki
görevini önümüzdeki aylarda Damian Roderic Todd’a bırakacak olan Yüksek Komiser, müzakerelerde her konunun masada
olması gerektiğinin altını çizerek, geçmişte varılan yakınlaşmalara
dokunmamanın müzakere sürecinin yapılandırılması açısından tarafları
kısıtlayacağını söyledi. Anlaşmadan sonraki Kıbrıs’ın AB üyesi olacağı
düşünüldüğünde, AB’nin müzakerelere daha aktif bir şekilde dahil olması
gerektiğini vurgulayan Kidd, bu dahiliyetin, her iki tarafın da rahat olacağı
bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtti.
11 Şubat ortak açıklamasının ardından yeni
müzakere süreci büyük umutlarla, büyük uluslararası destekle ve her iki
taraftan kararlı açıklamalarla başladı. Şimdi yine bir çıkmaza girilmiş gibi
görünüyor. Taraflar birbirini suçluyor ve süreç umduğumuz kadar pürüzsüz bir
şekilde ilerlemiyor. Siz bu süreci nasıl okuyorsunuz?
Kidd: Haklı olduğunuzu düşünüyorum. Süreç insanların umduğu kadar pürüzsüz bir
şekilde ilerlemiyor. Ama bence bir çıkmazdan bahsetmek için de henüz çok erken.
Müzakerecilerin ve liderlerin yapmaya çalıştığı şey zorlu, ve çok emek isteyen
bir şey. Bilinen sorunları yeni bazı yöntemlerle ele almaya çalışıyorlar. Şubat
ayında ortak açıklama üzerinde mutabakata varıldığı zaman, bir sonraki adımın
oldukça zorlu ve potansiyel olarak moral bozucu olacağını biliyorduk. Evet
zorlanıyorlar, evet umduğumuz kadar kolay ve hızlı ilerlemiyorlar. Ancak bundan
çıkmaz olarak bahsetmek bana pek mantıklı gelmiyor.
Yeni yöntem derken, konuları sırasıyla değil de birbirine
bağlı bir şekilde ele almalarından mı bahsediyorsunuz?
Kidd: Evet, yöntemdeki ana değişikliklerden biri bu. Tüm konuları masaya koyup,
bunları birbirleri ile bağlantılı şekilde nasıl çözebileceklerine bakmaya karar
verdiler. Bu kendi içerisinde zaten zor bir iş. Bir başka değişiklik ise,
müzakereciler ve liderlerden oluşan iki seviyeli bir müzakere yönteminde
mutabık kalmış olmaları. Bu, bana göre potansiyel olarak iyi ve verimli bir
yöntem, ancak bunu tam olarak nasıl hayata geçirecekleri konusunda doğal olarak
zorlanıyorlar. Tüm bunlara ek olarak, bir tarafta yeni bir ekip, diğer tarafta
ise -yani Kıbrıs Türk tarafında- oturmuş, birbirleri ile uzun süredir çalışan,
konuları bilen, müzakere tarihine hakim olan bir ekip var. Kıbrıslı Rum
müzakere ekibi yeni ve yapı olarak daha karmaşık. Bunun oturması da doğal
olarak zaman alıyor.
İki taraf arasındaki en büyük anlaşmazlıklardan
biri, 2008-2012 yıllarında varılan yakınlaşmaların kabul edilip edilmeyeceği
ile ilgili. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Kidd: Dürüst olmam gerekirse, aslında hiç de sorun olması gerekmeyen bir konuyu
sorun haline getirme tehlikesi ile karşı karşıyayız. Herhangi bir müzakere
sürecinde, masadaki her konuyu ele alma gereksinimi mutlaka ortaya çıkacaktır.
Ve her müzakere sürecinde, üzerinde anlaşılmış veya anlaşılmaya yakın olan
konular, başka konuları ele almak için temel olarak kabul edilecektir. Dolayısıyla
‘bu tamam, bunu masadan kaldıralım ve artık dokunmayalım,’ dediğiniz anda,
bütünlüklü müzakere sürecinin yapılandırılması açısından kendi kendinize bir kısıtlama
getirmiş olursunuz. Ortak anlaşmada da yer alan ‘Her konuda anlaşılana kadar
hiçbir konuda anlaşılmış değildir’ ilkesinin altında yatan neden de budur
bence.
İyi de, bu her şeye sıfırdan başlamak anlamına
gelmiyor mu?
Kidd: Hayır, sıfırdan başlamak anlamına gelmiyor. Daha önce yapılan çalışmaları,
iyi bilinen bazı sorunları aşmak için kullanmak anlamına geliyor. Daha önce
yapılan çalışmaları ele almak, bugün hala uygulanabilir olduklarından emin
olmak, iki tarafın yapılmış bu çalışmalarla ilgili bugün hala rahat olup
olmadıklarını anlamak, ve diğer konuları ele almak için bunları bir nevi
sıçrama tahtası olarak kullanmak anlamına geliyor. Eğer bu işe siyah veya beyaz
olarak yaklaşırsanız, kendinizi çok fazla kısıtlarsanız. Bu, müzakere süreci
açısından kendinizi olası fırsatlardan mahrum bırakmak anlamına gelir.
Peki AB’nin müzakerelerde daha aktif bir rol
oynaması konusundaki düşünceniz nedir. İki taraf arasındaki bir başka
anlaşmazlık noktası da bu.
Kidd: Anlaşmadan sonraki Kıbrıs’ın AB üyesi olacağı varsayımından yola çıkarsak,
bu anlaşmanın belli unsurları kaçınılmaz olarak AB boyutuyla ele alınmalıdır.
Ve çözümlenmesi gereken bazı konular, AB üyesi devletlerin sorumlulukları ile
doğrudan bağlantılıdır. Dolayısıyla, bir şekilde, müzakere süreci de, bu
sürecin sonucunda varılacak olan neticeler de AB ile uyumlu olacak şekilde
tasarlanmalıdır. Bunu yapmanın elbette farklı yolları var. Ancak müzakere
süreci ilerledikçe, bir şekilde bu bahsettiğim ‘AB testinin’ uygulanmasının bir
yolunu bulmak gerekiyor. AB ile bağlantılı konuların tartışılmasına yardımcı
olacak AB bilgisini temin etmek için her iki tarafın da rahat olacağı bir
yöntem bulmaları yararlı olur diye düşünüyorum.
Bu, AB’nin müzakere masasında yer alması demek mi
oluyor?
Kidd: Olası yöntemlerden biri de bu. Ancak kesinlikle tek yöntem değil. Ve eğer
taraflardan biri bu yöntemden rahatsızsa, seçilecek yöntemin bu olmaması
gerekir. Burada kilit konu, AB tecrübesinin bir şekilde müzakere sürecinde
mevcut olmasıdır ki, varılacak sonuçlar yeni Kıbrıs için başka sorunlar
doğurmasın.
Şu anda Birleşik Krallık çözüm sürecinde etkin bir
rol oynuyor mu yoksa daha çok işin perde gerisinde misiniz?
Kidd: Perde gerisinde de etkin olabilirsiniz. Etkin bir rol oynuyoruz ve bunu çoğunlukla
perde gerisinde yapıyoruz. Bizim gibi sürecin destekçilerinin oynayabileceği
rollerden biri de şüpheleri giderme...
Müzakereciler nezdinde mi? Yoksa taraflar veya
toplumlar nezdinde mi?
Kidd: Bunların herhangi birisi veya hepsi nezdinde. Müzakereciler nezdinde
oynayabileceğimiz spesifik rolden bahsetmek gerekirse, her iki ekip de diğer
ekiple konuştuğumuzu biliyor. Dolayısıyla, iki tarafın birbirini anlamasını
kolaylaştırmak, aralarındaki güveni artırmak ve potansiyel yanlış anlamaları
gidermek konusunda yardımcı bir rol oynayabiliriz. Bazen taraflardan biri diğer
tarafın görüşü veya elde etmek istediği amaç ile ilgili yanlış bir fikre kapılabiliyor.
Biz ise, bu gibi durumlarda şüphelerin veya endişelerin giderilmesi, ortamın
sakinleştirilmesi, durumun açıklığa kavuşturulması ve engelin aşılması
konusunda yardımcı olabiliriz. Yapabileceğimiz ve kalıcı olan bir başka şey
ise, kamu oyu oluşturmaktır. İnsanların, müzakerelerle ilgili medyada çıkanları
görüp düş kırıklığına uğramaları, aylar geçmesine rağmen hiçbir sonuca
varılmadığını düşünmeleri ve bunun dişe dokunur bir süreç olduğuna dair
inançlarını yitirmeleri kolaydır. Dolayısıyla, bizim gibi, olup biteni yakından
takip eden tarafların, ‘Bir dakika, bir şeyler oluyor, ortada sarf edilmekte
olan bir çaba var, sabırlı olmalıyız ve hayal kırıklığına uğramamalıyız,’ demek
gibi bir rolü olabilir. Günlük hayatımda ‘neler oluyor, gerçekten bir şeyler
oluyor mu?’ sorusuyla öyle sık karşılaşıyorum ki, bu beni şaşırtıyor. İnsanlar
bizim, tarafların söylediklerinin altındaki yatan gerçeklerle ilgili mantıklı
bir görüş ortaya koyabileceğine güveniyor.
Peki o zaman ben de size sorayım. Gerçekten bir şeyler
oluyor mu?
Kidd: Evet bir şeyler oluyor. Can sıkıcı ve zor bir şeyler oluyor...
Şöyle sormalıydım o zaman: Olumlu bir şeyler
oluyor mu?
Kidd: Sanırım buna şu şekilde cevap verebilirim: Taraflar birbirleri ile
çalışmanın, sorunları çözmenin, bağlantıları görmenin, müzakereleri yürütmenin
ve bir sonuca varmanın yollarını- bizim umduğumuz kadar kolay bir şekilde
olmasa da – buluyorlar.
Peki taraflarda kararlılık görüyor musunuz?
Kidd: Evet görüyorum. Doğal olarak her bir taraf, müzakerelerde, kendisi
açısından en önemli olan konularda bir sonuç almakla ilgileniyor. Dolayısıyla
simetrik bir kararlılık yok belki, ama evet, taraflarda kararlılık görüyorum.
Bu sürecin bir anlaşma ile veya en azından bir
referandum ile sonuçlanacağı konusunda umutlu musunuz?
Kidd: Evet ben her zaman umutluyum. Bu belki benim hala burada olduğum altı
hafta içerisinde olmayacak ama evet, umutluyum.
Ne kadar süreceği ile ilgili bir tahmin yapmanızı
istesem ne derdiniz?
Kidd: Ne kadar süreceğini hesaplamanın bir yolu yok. Ele almaları gereken konulardan
bazıları teknik olarak oldukça karmaşık. Mülkiyet gibi mesela. Bunu nasıl
çözecekleri konusundaki detaylarda anlaşmak için belli bir süreye ihtiyaçları
olacağı açık. Bazı konularda oldukça iyi yol almış olmalarına rağmen birkaç
konuda henüz daha hiç detaya girmediler. Müzakereler, varmak istediğiniz sonuca
göre farklı hızlarda ilerler. Tüm detayları ile, eksiksiz bir anaysa ile
bütünlüklü bir sonuca varmayı mı amaçlıyorsunuz, yoksa sorunu nasıl çözeceğiniz
konusunda bir mutabakat içeren, başlıklardan oluşan ve örneğin anayasanın
detaylarını sonraya bırakan bir belge mi istiyorsunuz? Bu tabii ki çok daha
çabuk ulaşılabilecek bir amaç.
Evet şu sıralar bahsettiğiniz gibi bir çerçeve
anlaşma konuşuluyor. Bunun iyi bir fikir olduğunu düşünüyor musunuz?
Kidd: Evet bu konuşuluyor. Eğer 2004 örneğine bakarsak, böyle bir çerçeve
anlaşmanın faydalı olabileceği sonucuna varabiliriz. Bir çerçeve anlaşma
seçmenlerin ele alması, sonuçlarını anlaması, ana noktaları özümsemesi açısından
geçen sefer boğuşmak zorunda kaldıkları bütünlüklü metne göre çok daha kolay
olur. Bu, çerçeve anlaşmayı mantıklı kılan nedenlerden biri. Bir başka neden
ise, zaman. Tabii ki, bu sürecin doğru sonuncunun ne olması gerektiğini
söylemek bizlere düşmez. Ancak çerçeve anlaşmayı çekici bir yaklaşım kılan
nesnel bazı nedenler olduğunu düşünüyorum. Umuyorum ki konuştukları şeylerden
biri de, nasıl bir sonuca varmak istedikleridir. Ama bu konuda ne derece fikir
alışverişinde bulundular bilmiyorum.
Eğer bu kez de bir çözüme varamazsak ne olur? Her
zaman ‘bir başka fırsat’ var mıdır?
Kidd: Bu cevaplaması hiç de çekici olmayan kuramsal bir soru. Samimi olmam
gerekirse, çözüme ulaşmamanın bedeli müdahil tüm taraflar için öyle ağır ki, ‘olmaza
ne olur’un düşüncesi bile akılcı gelmiyor. Bu fırsatı değerlendirmemek, çok
büyük bir kayıp, çok büyük bir başarısızlık olur.
Sizce taraflar çözüme ulaşmamanın bedelini doğru
okuyabiliyor mu?
Kidd: Belki bazıları diğerlerinden daha fazla. Ancak eskiye nazaran farklı olan
bir şey var; zaman geçtikçe çözümün daha da zorlaştığına dair farkındalık
arttı. Zaman geçtikçe çözüm daha kolay olmayacak, daha iyi olmayacak, fırsatlar
daha umutlandırıcı olmayacak. Bu algı – ki çok önemlidir – daha önceye nazaran yerleşmiş
durumda.
Bir güven artırıcı önlem
olarak Maraş hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kidd: Sürece paralel olarak güven artırıcı
önlemlerin uygulanması önemli. Bu, hem sürecin başarılı olmasına, hem de her
iki tarafta kamuoyunun sürecin olumlu bir sonuca varacağına olan inancının
artmasına yardımcı olacaktır. Güven artırmanın birçok farklı yolu vardır. Kıbrıslı
Rumlar açısından Maraş’ın geri verilmesinin, olabilecek en büyük güven artırıcı
önlem olduğunu biliyoruz. Ve bu da şaşırtıcı değil. Ancak, onların da, bunun pratikte
ancak adım adım olabileceğini anlaması akılcı olur. Yani 40 yıl sonra bir anda
insanlara ‘tamam, artık geri gidebilirsiniz’ diyemezsiniz. Bu böyle olmaz. İşte
bu nedenle de, bir çeşit araştırma ile, altyapı gereksinimlerine bakmak,
planlama gereksinimlerine bakmak ve adım adım ilerlemek mantıklı bir yaklaşım. Dolayısıyla
Maraş’ın güven artırıcı potansiyeline bakmak, ancak bunu güven artırabilecek
tüm diğer adımlarla aynı bağlamda değerlendirmek akılcı olur.
Sizin, ABD’nin veya diğer
uluslararası aktörlerin süreçte daha aktif, daha teşvik edici olması
gerektiğini düşünmüyor musunuz? İş Kıbrıslılara bırakıldığında pek de yol
alınmıyor gibi.
Kidd: Ben öyle düşünmüyorum. Ama 2004 yılına göre, uluslararası aktörlerin
dahiliyeti konusunda insanların tutumunda bir değişiklik olduğu açık. 2004 yılında
yaşanan tecrübe, dış etkenlerin dahiliyeti konusunda çok olumsuz bir tutuma
neden olmuştu. Ancak son yıllarda bu tutumun, bizim gibilerin katkılarının
yapıcı ve olumlu olabileceği konusunda daha rahat bir yaklaşıma dönüştüğünü
görüyorum. Bunu Biden ziyaretine verilen tepkilerden de gördük. Yardımcı olmak
amacıyla geldiği, empoze etmediği, destek olduğu algısı vardı. Bizler,
yaptığımız katkının kabul edilmez bir şeyi kabul ettirmeye yönelik değil,
olumlu ve yapıcı olarak algılanmasına önem veriyoruz. Çizgiyi aşıp da bu algının
tekrardan değişmemesi konusunda dikkatli olmalıyız. Dahiliyetimiz konusundaki
tepkilere hassasiyet göstermeli ve vermek istediğimiz desteğin ters
tepmeyeceğinden emin olmalıyız.
Sizce Türkiye hükümeti şu anda yaşamakta olduğu
tüm iç ve dış sorunlarla Kıbrıs’ta çözüm için ne kadar çaba sarf edebilir?
Kidd: Ben Türkiye konusunda uzman değilim. Ama bu soruyu sorduğum uzmanlardan
aldığım intiba şu ki, Kıbrıs şu anda Türkiye hükümetinin birinci önceliği
değil. Bu da şaşırtıcı değil çünkü dediğiniz gibi, şu anda birçok sorunla karşı
karşıya. Ancak Türkiye, Kıbrıs’ta bir anlaşma istediğini net şekilde ortaya
koydu ve burada bir anlaşmanın kendi faydasına olacağını düşünüyor. Kıbrıs’taki
çözümsüzlük durumu Türkiye’nin siyasi ve ekonomik emellerine engel teşkil
ediyor. Belki geçmişte buradaki çıkarları dolayısıyla Türkiye, bu bedeli ödemeye
değer buluyordu. Ancak benim izlenimim şu ki, burada kendi çıkarları ile uyumlu
bir anlaşmanın yaratacağı fırsatların artık çok daha fazla olduğunu ve bunun
Avrupa’ya yakınlaşma, ekonomik büyüme, Orta Doğu’da bölgesel pozisyon gibi
emellerinin önündeki engeli kaldıracağını görüyor. Şu andaki hesabı sanırım bu,
ve eğer bu konuda yanılmıyorsam, karşı karşıya bulunduğu diğer sorunların buna
engel olacağından endişe etmek yersiz. Her ne kadar şu anda Irak, Suriye, iç
sorunlar vs. ile uğraşmak zorunda olsa da, Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki
çizgisinin değişeceğini sanmıyorum. Ortaya koyduğu tutum bana bu izlenimi
veriyor.
Bir süre önce Kıbrıs Üniversitesi’nden
öğrencilerle bir araya geldiğiniz bir toplantıda Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölgesi’ndeki
hidrokarbon rezervlerinin Türkiye ile bir savaşa neden olup olamayacağı
sorusuna bunun mümkün olduğu karşılığını verdiniz. Bu bir uyarı mıydı?
Kidd: Bu, insanın düşünmek bile istemediği hipotezlerden biri. Akdeniz’de
bulunan doğalgaz rezervlerinin herhangi birine bir gelir getirmeye başlamasına
daha yıllar var. Bu rezervlerden faydalanabilmek için daha yapılması gereken
çok şey var. Dolayısıyla, bu konudaki gelişmelere paralel olarak bir anlaşmaya
varılması için de önümüzde süre var. Gelecek olan bu gazın anlaşmaya varmak
yönünde olumlu bir teşvik olmasını umut ediyorum. Yani her iki konunun da
paralel olarak ilerlemesi için yeterli zaman var. Bahsettiğiniz toplantıda anlatmaya
çalıştığım şuydu: Rezervlerin bulunması ve geliştirilmesi için ve umarım aynı
zamanda çözüm için çeşitli adımlar atılırken, temkinli ve serinkanlı olunması
gerekiyor. Savaş ihtimalinden bahsetmeye başlamanın duruma hiçbir faydası olmadığı
gibi zararı var. Bu zaten kendi başına tehlikeli bir söylem. Umuyorum ki tüm
taraflar, ilgili tüm hükümetler, temkin ve serinkanlılığa olan ihtiyacın
farkındadırlar, ki öyle olduklarını düşünüyorum. Herhangi bir şekilde olumsuz
bir durumun patlak vermesini önlemek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Türkiye bölgeye savaş gemisi gönderiyor. Bu pek de
serinkanlı bir davranış değil, öyle değil mi?
Kidd: Evet kesinlikle. Sanırım bu soruya verebileceğim cevap şu: Bu durumda her
iki taraf da korumaları gereken güçlü ulusal çıkarlar olduğunu düşünüyor ve
dolayısıyla, bu çıkarların hiçe sayılmaması için belli yöntemlerle bunları
gündemde tutuyor. Ama umuyorum ki, aynı zamanda, perde gerisinde de anlaşmazlıklarını
bölge refahı ve istikrarına faydalı olacak yapıcı bir şekilde gidermek için
çalışıyorlar. Umuyorum ki, makul bir çözümü daha da zorlaştıracak bir adım
atmadan, yapmaları gerekeni dikkatli ve sakin bir şekilde hesaplıyorlar, ve
bizim de bu konuda onları teşvik etmemiz gerekiyor.
Eklemek istediğiniz herhangi bir şey var mı?
Kidd: Sabırlı olun. Amaçlanan şey zor. Ancak bu arada herkesin yapabileceği bazı
şeyler var. Kıbrıslılar, çözümün sağlayacağı faydaları, çözüme ulaşmamanın
bedellerini ve en önemlisi, birbirleri ile ilgili ne düşündüklerini gözden
geçirmeli. İki nesildir birbiri ile çok az teması olmuş olan birçok insanın,
yeniden birbirlerine güvenmeyi, birbirleri ile aynı ortamı paylaşmayı ve
anlaşmazlıklarını gidermeyi öğrenmesi gerekecek. Bunun için devlet hoşgörüsü
kadar bireysel hoşgörü de gereklidir. Ve sanırım şimdiden buna alışma sürecini
başlatmak, bu fikre alışmaya başlamak çok önemli ki, günü geldiğinde çözümle
birlikte gelecek bazı gerekliliklere hazırlıklı olsunlar.
No comments:
Post a Comment