Sunday 13 July 2014

İngiliz Yüksek Komiseri Matthew Kidd ile Röportaj (Havadis Gazetesi, 9 Temmuz 2014)



 Çözümsüzlüğün bedeli çok ağır

İngiliz Yüksek Komiseri Matthew Kidd, Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulmak için yürütülmekte olan müzakerelerde in umulduğu kadar pürüzsüz ve hızlı ilerlememesinin doğal olduğunu, ve bir çıkmazdan bahsetmek için çok erken olduğunu belirtti. Çözüme ulaşmamanın bedelinin tüm taraflar için çok ağır olacağı uyarısında bulunan Kidd, müzakerelerin ne kadar süreceğinde amaçlanan sonucun önemli rol oynadığını söyledi. Kidd, son zamanlarda daha sık dile getirilmeye başlanan çerçeve anlaşma yönteminin birçok nedenden dolayı çekici bir yaklaşım olduğunu vurguladı.

Kıbrıs’taki görevini önümüzdeki aylarda Damian Roderic Todd’a bırakacak olan Yüksek Komiser, müzakerelerde her konunun masada olması gerektiğinin altını çizerek, geçmişte varılan yakınlaşmalara dokunmamanın müzakere sürecinin yapılandırılması açısından tarafları kısıtlayacağını söyledi. Anlaşmadan sonraki Kıbrıs’ın AB üyesi olacağı düşünüldüğünde, AB’nin müzakerelere daha aktif bir şekilde dahil olması gerektiğini vurgulayan Kidd, bu dahiliyetin, her iki tarafın da rahat olacağı bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtti.

11 Şubat ortak açıklamasının ardından yeni müzakere süreci büyük umutlarla, büyük uluslararası destekle ve her iki taraftan kararlı açıklamalarla başladı. Şimdi yine bir çıkmaza girilmiş gibi görünüyor. Taraflar birbirini suçluyor ve süreç umduğumuz kadar pürüzsüz bir şekilde ilerlemiyor. Siz bu süreci nasıl okuyorsunuz?
Kidd: Haklı olduğunuzu düşünüyorum. Süreç insanların umduğu kadar pürüzsüz bir şekilde ilerlemiyor. Ama bence bir çıkmazdan bahsetmek için de henüz çok erken. Müzakerecilerin ve liderlerin yapmaya çalıştığı şey zorlu, ve çok emek isteyen bir şey. Bilinen sorunları yeni bazı yöntemlerle ele almaya çalışıyorlar. Şubat ayında ortak açıklama üzerinde mutabakata varıldığı zaman, bir sonraki adımın oldukça zorlu ve potansiyel olarak moral bozucu olacağını biliyorduk. Evet zorlanıyorlar, evet umduğumuz kadar kolay ve hızlı ilerlemiyorlar. Ancak bundan çıkmaz olarak bahsetmek bana pek mantıklı gelmiyor.

Yeni yöntem derken, konuları sırasıyla değil de birbirine bağlı bir şekilde ele almalarından mı bahsediyorsunuz?
Kidd: Evet, yöntemdeki ana değişikliklerden biri bu. Tüm konuları masaya koyup, bunları birbirleri ile bağlantılı şekilde nasıl çözebileceklerine bakmaya karar verdiler. Bu kendi içerisinde zaten zor bir iş. Bir başka değişiklik ise, müzakereciler ve liderlerden oluşan iki seviyeli bir müzakere yönteminde mutabık kalmış olmaları. Bu, bana göre potansiyel olarak iyi ve verimli bir yöntem, ancak bunu tam olarak nasıl hayata geçirecekleri konusunda doğal olarak zorlanıyorlar. Tüm bunlara ek olarak, bir tarafta yeni bir ekip, diğer tarafta ise -yani Kıbrıs Türk tarafında- oturmuş, birbirleri ile uzun süredir çalışan, konuları bilen, müzakere tarihine hakim olan bir ekip var. Kıbrıslı Rum müzakere ekibi yeni ve yapı olarak daha karmaşık. Bunun oturması da doğal olarak zaman alıyor.

İki taraf arasındaki en büyük anlaşmazlıklardan biri, 2008-2012 yıllarında varılan yakınlaşmaların kabul edilip edilmeyeceği ile ilgili. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Kidd: Dürüst olmam gerekirse, aslında hiç de sorun olması gerekmeyen bir konuyu sorun haline getirme tehlikesi ile karşı karşıyayız. Herhangi bir müzakere sürecinde, masadaki her konuyu ele alma gereksinimi mutlaka ortaya çıkacaktır. Ve her müzakere sürecinde, üzerinde anlaşılmış veya anlaşılmaya yakın olan konular, başka konuları ele almak için temel olarak kabul edilecektir. Dolayısıyla ‘bu tamam, bunu masadan kaldıralım ve artık dokunmayalım,’ dediğiniz anda, bütünlüklü müzakere sürecinin yapılandırılması açısından kendi kendinize bir kısıtlama getirmiş olursunuz. Ortak anlaşmada da yer alan ‘Her konuda anlaşılana kadar hiçbir konuda anlaşılmış değildir’ ilkesinin altında yatan neden de budur bence.

İyi de, bu her şeye sıfırdan başlamak anlamına gelmiyor mu?
Kidd: Hayır, sıfırdan başlamak anlamına gelmiyor. Daha önce yapılan çalışmaları, iyi bilinen bazı sorunları aşmak için kullanmak anlamına geliyor. Daha önce yapılan çalışmaları ele almak, bugün hala uygulanabilir olduklarından emin olmak, iki tarafın yapılmış bu çalışmalarla ilgili bugün hala rahat olup olmadıklarını anlamak, ve diğer konuları ele almak için bunları bir nevi sıçrama tahtası olarak kullanmak anlamına geliyor. Eğer bu işe siyah veya beyaz olarak yaklaşırsanız, kendinizi çok fazla kısıtlarsanız. Bu, müzakere süreci açısından kendinizi olası fırsatlardan mahrum bırakmak anlamına gelir.

Peki AB’nin müzakerelerde daha aktif bir rol oynaması konusundaki düşünceniz nedir. İki taraf arasındaki bir başka anlaşmazlık noktası da bu.
Kidd: Anlaşmadan sonraki Kıbrıs’ın AB üyesi olacağı varsayımından yola çıkarsak, bu anlaşmanın belli unsurları kaçınılmaz olarak AB boyutuyla ele alınmalıdır. Ve çözümlenmesi gereken bazı konular, AB üyesi devletlerin sorumlulukları ile doğrudan bağlantılıdır. Dolayısıyla, bir şekilde, müzakere süreci de, bu sürecin sonucunda varılacak olan neticeler de AB ile uyumlu olacak şekilde tasarlanmalıdır. Bunu yapmanın elbette farklı yolları var. Ancak müzakere süreci ilerledikçe, bir şekilde bu bahsettiğim ‘AB testinin’ uygulanmasının bir yolunu bulmak gerekiyor. AB ile bağlantılı konuların tartışılmasına yardımcı olacak AB bilgisini temin etmek için her iki tarafın da rahat olacağı bir yöntem bulmaları yararlı olur diye düşünüyorum.

Bu, AB’nin müzakere masasında yer alması demek mi oluyor?
Kidd: Olası yöntemlerden biri de bu. Ancak kesinlikle tek yöntem değil. Ve eğer taraflardan biri bu yöntemden rahatsızsa, seçilecek yöntemin bu olmaması gerekir. Burada kilit konu, AB tecrübesinin bir şekilde müzakere sürecinde mevcut olmasıdır ki, varılacak sonuçlar yeni Kıbrıs için başka sorunlar doğurmasın.

Şu anda Birleşik Krallık çözüm sürecinde etkin bir rol oynuyor mu yoksa daha çok işin perde gerisinde misiniz?
Kidd: Perde gerisinde de etkin olabilirsiniz. Etkin bir rol oynuyoruz ve bunu çoğunlukla perde gerisinde yapıyoruz. Bizim gibi sürecin destekçilerinin oynayabileceği rollerden biri de şüpheleri giderme...

Müzakereciler nezdinde mi? Yoksa taraflar veya toplumlar nezdinde mi?
Kidd: Bunların herhangi birisi veya hepsi nezdinde. Müzakereciler nezdinde oynayabileceğimiz spesifik rolden bahsetmek gerekirse, her iki ekip de diğer ekiple konuştuğumuzu biliyor. Dolayısıyla, iki tarafın birbirini anlamasını kolaylaştırmak, aralarındaki güveni artırmak ve potansiyel yanlış anlamaları gidermek konusunda yardımcı bir rol oynayabiliriz. Bazen taraflardan biri diğer tarafın görüşü veya elde etmek istediği amaç ile ilgili yanlış bir fikre kapılabiliyor. Biz ise, bu gibi durumlarda şüphelerin veya endişelerin giderilmesi, ortamın sakinleştirilmesi, durumun açıklığa kavuşturulması ve engelin aşılması konusunda yardımcı olabiliriz. Yapabileceğimiz ve kalıcı olan bir başka şey ise, kamu oyu oluşturmaktır. İnsanların, müzakerelerle ilgili medyada çıkanları görüp düş kırıklığına uğramaları, aylar geçmesine rağmen hiçbir sonuca varılmadığını düşünmeleri ve bunun dişe dokunur bir süreç olduğuna dair inançlarını yitirmeleri kolaydır. Dolayısıyla, bizim gibi, olup biteni yakından takip eden tarafların, ‘Bir dakika, bir şeyler oluyor, ortada sarf edilmekte olan bir çaba var, sabırlı olmalıyız ve hayal kırıklığına uğramamalıyız,’ demek gibi bir rolü olabilir. Günlük hayatımda ‘neler oluyor, gerçekten bir şeyler oluyor mu?’ sorusuyla öyle sık karşılaşıyorum ki, bu beni şaşırtıyor. İnsanlar bizim, tarafların söylediklerinin altındaki yatan gerçeklerle ilgili mantıklı bir görüş ortaya koyabileceğine güveniyor.

Peki o zaman ben de size sorayım. Gerçekten bir şeyler oluyor mu?
Kidd: Evet bir şeyler oluyor. Can sıkıcı ve zor bir şeyler oluyor...

Şöyle sormalıydım o zaman: Olumlu bir şeyler oluyor mu?
Kidd: Sanırım buna şu şekilde cevap verebilirim: Taraflar birbirleri ile çalışmanın, sorunları çözmenin, bağlantıları görmenin, müzakereleri yürütmenin ve bir sonuca varmanın yollarını- bizim umduğumuz kadar kolay bir şekilde olmasa da – buluyorlar.

Peki taraflarda kararlılık görüyor musunuz?
Kidd: Evet görüyorum. Doğal olarak her bir taraf, müzakerelerde, kendisi açısından en önemli olan konularda bir sonuç almakla ilgileniyor. Dolayısıyla simetrik bir kararlılık yok belki, ama evet, taraflarda kararlılık görüyorum.

Bu sürecin bir anlaşma ile veya en azından bir referandum ile sonuçlanacağı konusunda umutlu musunuz?
Kidd: Evet ben her zaman umutluyum. Bu belki benim hala burada olduğum altı hafta içerisinde olmayacak ama evet, umutluyum.

Ne kadar süreceği ile ilgili bir tahmin yapmanızı istesem ne derdiniz?
Kidd: Ne kadar süreceğini hesaplamanın bir yolu yok. Ele almaları gereken konulardan bazıları teknik olarak oldukça karmaşık. Mülkiyet gibi mesela. Bunu nasıl çözecekleri konusundaki detaylarda anlaşmak için belli bir süreye ihtiyaçları olacağı açık. Bazı konularda oldukça iyi yol almış olmalarına rağmen birkaç konuda henüz daha hiç detaya girmediler. Müzakereler, varmak istediğiniz sonuca göre farklı hızlarda ilerler. Tüm detayları ile, eksiksiz bir anaysa ile bütünlüklü bir sonuca varmayı mı amaçlıyorsunuz, yoksa sorunu nasıl çözeceğiniz konusunda bir mutabakat içeren, başlıklardan oluşan ve örneğin anayasanın detaylarını sonraya bırakan bir belge mi istiyorsunuz? Bu tabii ki çok daha çabuk ulaşılabilecek bir amaç.

Evet şu sıralar bahsettiğiniz gibi bir çerçeve anlaşma konuşuluyor. Bunun iyi bir fikir olduğunu düşünüyor musunuz?
Kidd: Evet bu konuşuluyor. Eğer 2004 örneğine bakarsak, böyle bir çerçeve anlaşmanın faydalı olabileceği sonucuna varabiliriz. Bir çerçeve anlaşma seçmenlerin ele alması, sonuçlarını anlaması, ana noktaları özümsemesi açısından geçen sefer boğuşmak zorunda kaldıkları bütünlüklü metne göre çok daha kolay olur. Bu, çerçeve anlaşmayı mantıklı kılan nedenlerden biri. Bir başka neden ise, zaman. Tabii ki, bu sürecin doğru sonuncunun ne olması gerektiğini söylemek bizlere düşmez. Ancak çerçeve anlaşmayı çekici bir yaklaşım kılan nesnel bazı nedenler olduğunu düşünüyorum. Umuyorum ki konuştukları şeylerden biri de, nasıl bir sonuca varmak istedikleridir. Ama bu konuda ne derece fikir alışverişinde bulundular bilmiyorum.

Eğer bu kez de bir çözüme varamazsak ne olur? Her zaman ‘bir başka fırsat’ var mıdır?
Kidd: Bu cevaplaması hiç de çekici olmayan kuramsal bir soru. Samimi olmam gerekirse, çözüme ulaşmamanın bedeli müdahil tüm taraflar için öyle ağır ki, ‘olmaza ne olur’un düşüncesi bile akılcı gelmiyor. Bu fırsatı değerlendirmemek, çok büyük bir kayıp, çok büyük bir başarısızlık olur.

Sizce taraflar çözüme ulaşmamanın bedelini doğru okuyabiliyor mu?
Kidd: Belki bazıları diğerlerinden daha fazla. Ancak eskiye nazaran farklı olan bir şey var; zaman geçtikçe çözümün daha da zorlaştığına dair farkındalık arttı. Zaman geçtikçe çözüm daha kolay olmayacak, daha iyi olmayacak, fırsatlar daha umutlandırıcı olmayacak. Bu algı – ki çok önemlidir – daha önceye nazaran yerleşmiş durumda.

Bir güven artırıcı önlem olarak Maraş hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kidd: Sürece paralel olarak güven artırıcı önlemlerin uygulanması önemli. Bu, hem sürecin başarılı olmasına, hem de her iki tarafta kamuoyunun sürecin olumlu bir sonuca varacağına olan inancının artmasına yardımcı olacaktır. Güven artırmanın birçok farklı yolu vardır. Kıbrıslı Rumlar açısından Maraş’ın geri verilmesinin, olabilecek en büyük güven artırıcı önlem olduğunu biliyoruz. Ve bu da şaşırtıcı değil. Ancak, onların da, bunun pratikte ancak adım adım olabileceğini anlaması akılcı olur. Yani 40 yıl sonra bir anda insanlara ‘tamam, artık geri gidebilirsiniz’ diyemezsiniz. Bu böyle olmaz. İşte bu nedenle de, bir çeşit araştırma ile, altyapı gereksinimlerine bakmak, planlama gereksinimlerine bakmak ve adım adım ilerlemek mantıklı bir yaklaşım. Dolayısıyla Maraş’ın güven artırıcı potansiyeline bakmak, ancak bunu güven artırabilecek tüm diğer adımlarla aynı bağlamda değerlendirmek akılcı olur.

Sizin, ABD’nin veya diğer uluslararası aktörlerin süreçte daha aktif, daha teşvik edici olması gerektiğini düşünmüyor musunuz? İş Kıbrıslılara bırakıldığında pek de yol alınmıyor gibi.
Kidd: Ben öyle düşünmüyorum. Ama 2004 yılına göre, uluslararası aktörlerin dahiliyeti konusunda insanların tutumunda bir değişiklik olduğu açık. 2004 yılında yaşanan tecrübe, dış etkenlerin dahiliyeti konusunda çok olumsuz bir tutuma neden olmuştu. Ancak son yıllarda bu tutumun, bizim gibilerin katkılarının yapıcı ve olumlu olabileceği konusunda daha rahat bir yaklaşıma dönüştüğünü görüyorum. Bunu Biden ziyaretine verilen tepkilerden de gördük. Yardımcı olmak amacıyla geldiği, empoze etmediği, destek olduğu algısı vardı. Bizler, yaptığımız katkının kabul edilmez bir şeyi kabul ettirmeye yönelik değil, olumlu ve yapıcı olarak algılanmasına önem veriyoruz. Çizgiyi aşıp da bu algının tekrardan değişmemesi konusunda dikkatli olmalıyız. Dahiliyetimiz konusundaki tepkilere hassasiyet göstermeli ve vermek istediğimiz desteğin ters tepmeyeceğinden emin olmalıyız.

Sizce Türkiye hükümeti şu anda yaşamakta olduğu tüm iç ve dış sorunlarla Kıbrıs’ta çözüm için ne kadar çaba sarf edebilir?
Kidd: Ben Türkiye konusunda uzman değilim. Ama bu soruyu sorduğum uzmanlardan aldığım intiba şu ki, Kıbrıs şu anda Türkiye hükümetinin birinci önceliği değil. Bu da şaşırtıcı değil çünkü dediğiniz gibi, şu anda birçok sorunla karşı karşıya. Ancak Türkiye, Kıbrıs’ta bir anlaşma istediğini net şekilde ortaya koydu ve burada bir anlaşmanın kendi faydasına olacağını düşünüyor. Kıbrıs’taki çözümsüzlük durumu Türkiye’nin siyasi ve ekonomik emellerine engel teşkil ediyor. Belki geçmişte buradaki çıkarları dolayısıyla Türkiye, bu bedeli ödemeye değer buluyordu. Ancak benim izlenimim şu ki, burada kendi çıkarları ile uyumlu bir anlaşmanın yaratacağı fırsatların artık çok daha fazla olduğunu ve bunun Avrupa’ya yakınlaşma, ekonomik büyüme, Orta Doğu’da bölgesel pozisyon gibi emellerinin önündeki engeli kaldıracağını görüyor. Şu andaki hesabı sanırım bu, ve eğer bu konuda yanılmıyorsam, karşı karşıya bulunduğu diğer sorunların buna engel olacağından endişe etmek yersiz. Her ne kadar şu anda Irak, Suriye, iç sorunlar vs. ile uğraşmak zorunda olsa da, Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki çizgisinin değişeceğini sanmıyorum. Ortaya koyduğu tutum bana bu izlenimi veriyor.

Bir süre önce Kıbrıs Üniversitesi’nden öğrencilerle bir araya geldiğiniz bir toplantıda Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölgesi’ndeki hidrokarbon rezervlerinin Türkiye ile bir savaşa neden olup olamayacağı sorusuna bunun mümkün olduğu karşılığını verdiniz. Bu bir uyarı mıydı?
Kidd: Bu, insanın düşünmek bile istemediği hipotezlerden biri. Akdeniz’de bulunan doğalgaz rezervlerinin herhangi birine bir gelir getirmeye başlamasına daha yıllar var. Bu rezervlerden faydalanabilmek için daha yapılması gereken çok şey var. Dolayısıyla, bu konudaki gelişmelere paralel olarak bir anlaşmaya varılması için de önümüzde süre var. Gelecek olan bu gazın anlaşmaya varmak yönünde olumlu bir teşvik olmasını umut ediyorum. Yani her iki konunun da paralel olarak ilerlemesi için yeterli zaman var. Bahsettiğiniz toplantıda anlatmaya çalıştığım şuydu: Rezervlerin bulunması ve geliştirilmesi için ve umarım aynı zamanda çözüm için çeşitli adımlar atılırken, temkinli ve serinkanlı olunması gerekiyor. Savaş ihtimalinden bahsetmeye başlamanın duruma hiçbir faydası olmadığı gibi zararı var. Bu zaten kendi başına tehlikeli bir söylem. Umuyorum ki tüm taraflar, ilgili tüm hükümetler, temkin ve serinkanlılığa olan ihtiyacın farkındadırlar, ki öyle olduklarını düşünüyorum. Herhangi bir şekilde olumsuz bir durumun patlak vermesini önlemek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Türkiye bölgeye savaş gemisi gönderiyor. Bu pek de serinkanlı bir davranış değil, öyle değil mi?
Kidd: Evet kesinlikle. Sanırım bu soruya verebileceğim cevap şu: Bu durumda her iki taraf da korumaları gereken güçlü ulusal çıkarlar olduğunu düşünüyor ve dolayısıyla, bu çıkarların hiçe sayılmaması için belli yöntemlerle bunları gündemde tutuyor. Ama umuyorum ki, aynı zamanda, perde gerisinde de anlaşmazlıklarını bölge refahı ve istikrarına faydalı olacak yapıcı bir şekilde gidermek için çalışıyorlar. Umuyorum ki, makul bir çözümü daha da zorlaştıracak bir adım atmadan, yapmaları gerekeni dikkatli ve sakin bir şekilde hesaplıyorlar, ve bizim de bu konuda onları teşvik etmemiz gerekiyor.

Eklemek istediğiniz herhangi bir şey var mı?
Kidd: Sabırlı olun. Amaçlanan şey zor. Ancak bu arada herkesin yapabileceği bazı şeyler var. Kıbrıslılar, çözümün sağlayacağı faydaları, çözüme ulaşmamanın bedellerini ve en önemlisi, birbirleri ile ilgili ne düşündüklerini gözden geçirmeli. İki nesildir birbiri ile çok az teması olmuş olan birçok insanın, yeniden birbirlerine güvenmeyi, birbirleri ile aynı ortamı paylaşmayı ve anlaşmazlıklarını gidermeyi öğrenmesi gerekecek. Bunun için devlet hoşgörüsü kadar bireysel hoşgörü de gereklidir. Ve sanırım şimdiden buna alışma sürecini başlatmak, bu fikre alışmaya başlamak çok önemli ki, günü geldiğinde çözümle birlikte gelecek bazı gerekliliklere hazırlıklı olsunlar.



No comments:

Post a Comment