Sunday 1 June 2014

2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Röportaj (Havadis Gazetesi, 22 Aralık 2013)


2. Cumhurbaşkanı Talat: Çok Üzülüyorum

İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile hem Kıbrıs sorununda bugün içinde bulunduğumuz durumu değerlendirdik, hem de geçmişe doğru bir yolculuk yaptık. Cumhurbaşkanı Talat, röportajımız sırasında, Kıbrıs’ta çözüm ihtimalinin ortadan kalkması durumunda, kimilerinin düşündüğünün aksine, Kıbrıslı Türkler’in dünya tarafından tanınan bağımsız bir devlete sahip olmasının çok zor olduğunu, dolayısıyla bizim çözümü zorlayan taraf olmamız gerektiğini belirtti. Türkiye’nin Kıbrıs’ta federal çözüm politikasının, eski konfederal düşünceleri tamamen silemediğini, dolayısıyla, zaman zaman kimi yetkililerin konuşmalarında bunun izlerini görmenin mümkün olduğunu söyleyen Talat, 2000li yılların başında Türkiye’nin Kıbrıs’ta Annan Planı temelinde bir çözümü sonuna kadar desteklediğini, ancak bireysel olarak Rumların planı reddetmesini umanlar olabileceğini belirtti ve bununla ilgili ilginç bir anısını aktardı. Kendisine o dönemde, Türkiye’nin neden Rusya’dan Güvenlik Konseyi’nin Annan Planı’nın uygulanacağına ilişkin garantiyi ‘veto’ etmesini istediğini sormam üzerine ise, o süreci tüm ayrıntılarıyla anlattı.


“Şu anda bir tıkanıklık var”

Soru: İlk olarak Kıbrıs sorununda şu anda içinde bulunduğumuz durumla ilgili görüşünüzü sormak istiyorum. Siz baktığınızda ne görüyorsunuz?

Cumhurbaşkanı Talat: Bir tıkanıklık görüyorum... Ben bu ortak açıklama işinin yönteminin yanlış olduğunu düşünüyorum. Ortak açıklama bence konu olmamalıydı. Hemen bitmeliydi, en baştan bitmeliydi. Taraflar bir araya gelirdi, ortak açıklamalarını yapardı, olurdu biterdi... Bunun için masaya oturmanız lazım... Bunu yüz yüze yapmanız lazım. Uzaktan uzağa olmaz. Yani sanki aracılı görüşme yapılıyor şu anda... Yöntem yanlış olunca da, yanlış yöntemden doğru sonuç çıkmaz... Müzakerelerde ele alınması gereken konuların ortak açıklamaya girmesi isteniyor. Kıbrıs Rum tarafı bunu başlangıçta bana göre biraz daha zaman kazanmak için düşündü... Ama süreç başladıktan sonra, kim bilir, belki ‘Garanti ve İttifak Anlaşmalarını bile isterim’ demiştir birileri... ve tabii, iş gerilmeye başladı.

Soru: Ortak açıklama talebinin arkasında Kıbrıs Türk tarafına bir güvensizlik de yok mu? Rum Dışişleri Bakanı Kasulides, ‘Talat olsaydı ortak açıklama istemezdik’ dedi mesela?
Cumhurbaşkanı Talat: Zaten Talat olsaydı bu ortak açıklama bu kadar sürmezdi. Ben bunu çok anlamsız buluyorum. Ben öyle, özel temsilcilerimizi görevlendirelim de duralım bekleyelim, onlar hazırlasınlar, öneri getirsinler bana ben ‘yok şunu da ekleyelim,’ diyeyim, ona götürsünler o ‘bunu da ekleyelim,’ desin, ben böyle bir egzersize girmezdim... Ve Sayın Cumhurbaşkanının de girmemesi lazımdı. Bana göre hata burada oldu. Ama bütün hatayı Sayın Cumhurbaşkanı’na bağlamak yanlış olur. Fakat dediğim gibi, yanlış egzersizden doğru sonuç bekleyemezsiniz. Konu budur. Bugün geldiğimiz çıkmaz da budur. Ve bu, ortamı iyileştireceğine gerdi bana göre. Bakın, hem suçlama yarışına girdi taraflar, hem onu bırakın...taraflar arasında da o güvensizlik uçurumu büyüdü. Yani ortak deklarasyon işe yarayacağına zararlı olmaya başladı... Bu iş 3 ayı buldu. Günahtır bu kadar zamana. Biz 3 ayda çözüm öngörmüştük Kıbrıs Türk tarafı olarak. Üç ayda bir ortak metin hazırlanamazken, 6 ayda-1 senede veya 2 senede anlaşma nasıl sağlanacak, o da başka bir muamma.

“Bazıları ‘bu çabalar sona erdikten sonra artık herkes kendi macerasını yaşayacak,’ diye düşünüyor. Böyle bir şey yok.”

Soru: Kimi çevrelere göre, Türkiye’nin 2014 yılı içerisinde ısrarlı çözüm söyleminin arkasında KKTC’nin statüsünü yükseltme çabalarına başlama planı var. Siz Türkiye’nin bu açıklamalarında art niyet görüyor musunuz?
Cumhurbaşkanı Talat: Görmüyorum. Bunu hem Kıbrıs Türk tarafı olarak biz, hem Türkiye her fırsatta ifade ettik, 2014 içinde çözüm hedefini dile getirdik. Çünkü her defasında, her zaman kaybında çözüm ihtimali veya çözüm imkanı azalır...
Ha uluslararası toplum bir gün kızar, ‘başınıza geleni çekin, şu anda iki devlet vardır, biz iki devleti de tanıyoruz’ der mi? Bilmem! Bu bana çok zayıf bir ihtimal gibi görünüyor. Onun yerine ‘başınıza geleni çekin’ deyip bırakır. ‘Ne haliniz varsa görün’ der. E bizim görecek halimiz yok ki! Sıkıntı orada. Zaten öyle olsaydı çözümsüzlük iyi bir şey olurdu ve uğraşmazdık. Niye uğraşıyoruz? Demek ki bu hal iyi bir hal değil...

Soru: Çözüm ihtimali ortadan kalkarsa bu bizim için ne anlama gelir?
Cumhurbaşkanı Talat: Çözüm ihtimalinin ortadan kalkması bizim için iyi bir şey değil. Ben bunun Kıbrıslı Türkler için yararlı olacağını düşünmüyorum. Bazıları ‘bu çabalar sona erdikten sonra artık herkes kendi macerasını yaşayacak,’ diye düşünüyor. Yani Kıbrıslı Türkler bağımsız bir devlete sahip olacak, dünya da bunu tanıyacak. Böyle bir şey yok. Güvenlik Konseyi’nin bildiğimiz kararları orada olduğu sürece bu mümkün değil.


“Çözümü sürükleyecek bir irade görmüyorum”

Soru: Siz müzakereleri yürütürken proaktif davranan, sürekli çözümü zorlayan taraftınız. Hatta yeri geldiğinde Türkiye ile bile ters düştüğünüz, Türkiye’yi ikna ettiğiniz oldu. Ancak şu anda masada, federal çözümü benimsememiş bir Kıbrıslı Türk lider var. Masada olmanın ne kadar zor olduğunu bilen biri olarak, Eroğlu sizce bu sorunu çözebilir mi?
Cumhurbaşkanı Talat: Zaten ben de hep onu söylüyorum. Sürükleyici güç Kıbrıs Türk tarafı olmak durumundadır. Sürükleyici güç Kıbrıs Türk tarafı olacağına göre de, bunu, ancak çözümü bütün benliğiyle benimsemiş birisi yapabilir. Aksi halde kolay değil bu iş. Ben Sayın Eroğlu çözüm istemez demem, diyemem. Çünkü bugünkü tavırları, söyledikleri, yaptığı açıklamalar onu göstermiyor. Ama gelin görün ki, çözümü sürükleyecek bir irade görmüyorum. Rum tarafından daha çözüm yanlısı olsa bile yeterli değil. Çözüm yanlısı olmak da yeterli değil. İçte zor durumdadır Anastasiadis. Hele şimdi DIKO’da seçimler yapıldı ve Kıbrıs sorunu konusunda katı duruşu olan biri seçildi. Anastasiadis’in durumu kolay değil yani. Onun işini kolaylaştırmak lazım. Biraz da bize düşer bu. Burada önemli olan sürüklemektir. Onu görmüyorum.


“Sadece kendi kendine bağımsız ve egemen nitelemesi yapan bir kurum, uluslararası tanınacak bir yapının eşit parçası haline gelecek. Yükselecek”

Soru: Bazı Türkiyeli yetkililerin Kıbrıs’ta çözüm tanımı konfederasyonu çağrıştırıyor. TC Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun son açıklaması mesela. Türkiye Kıbrıs’ta federasyonu destekliyor mu, yoksa gönlünden geçen konfederal bir yapı mı?
Cumhurbaşkanı Talat: Herkesin gönlünde bir aslan yatar. Çözüme olan ihtiyaç ve çözümün zorunluluğu Türk dış politikasını etkileyerek zaman içinde Kıbrıs sorununun çözümünden yana olmasını sağladı. Konfederal düşünceler içinde olan, konfederasyonu tercih eden siyasetten, daha gerçekçi olan federasyona bir kayış oldu Türk dış politikasında. Ama bu siyaset, dış politika, o eski düşünceleri tamamen silmiş değil tabii ki. Dolayısıyla, konuşurken ifadeler ortaya koyarken onun izlerini görmek mümkündür. Hele Kıbrıs sorununun hassasiyetini çok iyi bilmeyen yetkililer bu ifadeleri kullanırlar. Doğrudur.
Bir de tabi iç kamuoyuna hitap ederler. İç kamuoyuna hitap ederken, şöyle bir durum var: Kurulmuş ilan edilmiş bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var. Tabii ki, hiç kimse, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin gerisine gidileceğini ifade edemez. Çözümle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilerisine gidileceği gerçeğini anlatmak ise zordur. Çünkü herkes zanneder ki, bağımsız, egemen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bir kurucu devlet olacak. Yani indirgenecek. Halbuki gerçek o değil. Dünya tarafından tanınmayan, uluslararası hukukun içinde olmayan, bundan dolayı da, sadece kendi kendine bağımsız ve egemen nitelemesi yapan bir kurum, uluslararası tanınacak bir yapının eşit parçası haline gelecek. Dolayısıyla bana göre, yükselecek. Bunu anlatmaya çalışmak yerine, çözümde güya geri adım sayılan bu federasyonu, ortaklığı birazcık kamufle etme havasına giriyorlar. Bana göre bu yanlış bir algılayıştandır. Yanlış bir algı var.


“Türkiye’nin doğru yönde canlı tutulmasının sağlanması lazım.”

Soru: Müzakerelerde Türkiye’ye ne kadar bağımlıyız? Türkiye’ye rağmen Ada’da bir çözüm bulunabilir mi?
Cumhurbaşkanı Talat: Türkiye’ye rağmen çözüm olmaz, çünkü Türkiye hem bölgede çok güçlü bir ülkedir, hem garantördür, hem Kıbrıs Türkü’nün ekonomik ve siyasi olarak tek destekçisidir. Anlaşmanın uygulanmasında çok büyük bir rolü vardır... Burada askeri var, ekonomi elinde ve tek destekçi... Yani Türkiye çözüm istemezse burada çözüm olmaz, uygulanamaz... Şu anda istiyor, bunun avantajını kullanmak lazım. Bugün çözüm isteyenlerin, barışçıların, bu avantajı kullanması lazım... Türkiye’nin doğru yönde canlı tutulmasının sağlanması lazım. Çözüm için Türkiye’nin desteği kaçınılmazdır.


“Niye Kıbrıs Rum tarafını ikna edemedim, ona üzülüyorum”

Soru: Çoğunluğu siz ve Hristofyas tarafından hazırlanan yakınlaşmalar belgesinin Türkçesi Havadis gazetesinde yayınlandı. Yakınlaşmalara baktığımızda Yönetim ve Güç Paylaşımı konusun neredeyse tamamlanmış olduğunu görüyoruz. Ekonomi, Avrupa Birliği gibi konular da bitmişti. Geriye sadece Mülkiyet konusu kalmıştı... Geriye baktığınızda bu çabaların boşa çıkmış olduğunu düşünüp üzülüyor musunuz.
Cumhurbaşkanı Talat: Çok... Niye Kıbrıs Rum tarafını ikna edemedim, ona üzülüyorum.

Soru: İkna edemedim derken?
Cumhurbaşkanı Talat: Hem daha hızlı gitmeye, hem de yurttaşları hazırlamak için zamanında anlaştığımız noktaları ilan etmeye...

Soru: Niye edemediniz?
Cumhurbaşkanı Talat: Aynı sıkıntılar. Anastasiades’in bugün yaşadığı sıkıntılar. Yine DIKO... Tabii, Hristofias’ın karşısında bir de kilise vardı. Onun hali daha da zordu. Kendisi söyledi zaten. ‘Bana çamaşırcının oğlu muamelesi yapıyorlar’ dedi.

Soru: Cesaretsiz miydi?
Cumhurbaşkanı Talat: Çok cesaretsizdi, ama hak veriyorum da kendisine... Hristofyas ateist olarak bilinir, dolayısıyla Ortodoks kilisesi kendisini görmek istemez. Kilise hiç onunla barışmadı. Kilise düşman. Komünist olarak görüldüğü için nüfusun önemli bir kısmı düşman. Barışçı olduğu için, sağcılar düşman. Türk dostu olarak bilinir. Dolayısıyla çok çekingen davrandı. Kendisini destekleyen Anastasiadis’e bile rağbet etmedi. Bu çok yanlış bir davranıştı, ben onu çok uyardım... Anastasiadis kendisine çözüm için şartsız destek verdi. Bu çok önemli bir şeydi. Bana kimse öyle bir destek vermedi muhalefetten. Çok büyük bir güçtü, bunu da kullanamadı.


“‘Kıbrıs Türk devleti bizim, federasyon Rumların’ gibi bir hava var”

Soru: Yakınlaşma belgesine dönersek; Kıbrıs Türk tarafının önerileri kurucu devletlere daha çok yetki vermek, Rum tarafının önerileri ise federal devlete daha çok yetki vermek yönünde. Neden federal devleti benimsemedik ve bizim değilmiş gibi davrandık?
Cumhurbaşkanı Talat: Evet tam da öyle! İşte bu algı ne yazık ki yerleşti. Ben köylere de gittiğimde, köylerde toplantılar da yaptığımda, ‘Kıbrıs Türk devleti bizim, federasyon Rumların’ gibi bir hava var.

Soru: Ama masada siz de öyle davrandınız?
Cumhurbaşkanı Talat: Yok öyle davranmadık. Biz sonuçta Kıbrıs Türk kamuoyunu da tatmin edecek bazı unsurların anlaşmaya katılmasını istedik. Çabamız oydu. Benim çok vurguladığım bir tez vardı. Diyordum ki, Kıbrıslı Türklerin federal düzeyde, federasyonda hem siyasal hem sayısal ağırlığını artıralım, biz yetkilerin daha fazlasının federal hükümete verilmesine itiraz etmeyiz... Yani örneğin, Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların nüfus oranı 8’e 2’dir. Bu, Kıbrıs Cumhuriyeti kurumlarına 7’ye 3 olarak yansıtıldı... Ben diyordum ki, madem ki Rum tarafı federal merkeze daha çok yetki istiyor, gelin bu oranı 6’ya 4 yapalım, ve daha çok yetki verelim. O zaman Kıbrıslı Türkler federal merkezi daha çok benimserdi. Rum tarafı neden federal merkezi güçlü istiyor? Onlar da bizim gün gele şapkamızı alıp kaçmamızdan korkuyor. Ben de onlara bu güvenceyi verebilmek için diyordum ki, ‘Tamam, federal merkezi daha güçlü yapalım... ama sayısalda biraz artmamıza izin verin siz de... Ve bu önerim prensip olarak Rum tarafından kabul görmüştü.

Soru: Siz ve Hristofyas müzakerelere devam edebileydiniz bugün Birleşik Kıbrıs’ta olur muyduk?
Cumhurbaşkanı Talat: Olabilirdik diye düşünüyorum... Ben umutluydum. Hele bir ara öyle bir hareketlenme oldu ki, AB de işin içine girdi ve AB dönem başkanı olarak İspanya, Madrid’de Kıbrıslı Türkler, Rumlar, Türkiye, Yunanistan, İngiltere, BM ve AB’nin katılacağı bir zirve organize etmeyi öngördü. Bu zirvede son durumu deklare edecektik. Yani uluslararası toplumda da büyük bir heyecan vardı o dönemde, özellikle de sonuna doğru.

Soru: Bir taraftan müzakere ederken ve çözüm için çabalarken, bir taraftan da gerek sözcünüz vasıtasıyla, gerek kendi yaptığınız açıklamalarda sürekli olarak Rum tarafını suçladınız. Çözüme, barışa ve iki toplumun yakınlaşmasına yardım edecek bir dil değil, daha çok sağ seçmene hitap edecek bir dil benimsediniz. Neden?
Cumhurbaşkanı Talat: O günün şartlarında bunu yapmak zorundaydık, çünkü Rum tarafı sürekli olarak kendi tezlerini ortaya koyuyordu. Biz kendi tezlerimizi ortaya koymazsak bu zafiyet belirtisi olurdu, bir. İkincisi, biz Hz. İsa değildik. Yani bize bir tokat vurana öbür yanağımızı çeviremezdik... Böyledir siyasi yaşam. Hele rakipler arasında bir tartışma yaşanıyorsa, bunu yapmak zorundasınız... Suçlama oyunu diye tabir edebileceğiniz şeye girmemek tek taraflı olmaz. İki taraflı olmak zorundadır... fakat ben bu açıklamaların müzakere sürecine zarar verdiğini düşünmüyorum.

Soru: Müzakere sürecine değil belki, ama toplumlara zarar verdi...
Cumhurbaşkanı Talat: Doğru, toplumlara bunun zararı var. İşte onun için de ben Hristofyas’a, ‘liderler düzeyinde üzerinde uzlaşmadığımız konularda açıklama yapmayalım’ önerisi götürmüştüm... Toplumları hazırlamak için o şarttı. Eğer müzakerelere devam edebilseydik sanırım onu başaracaktık. O öneriyi hayata geçirecektik diye düşünüyorum. Şu da var, anlaştığınız konular arttıkça zaten suçlama oyununa gerek kalmaz. Anlamı kaybolur. Çünkü siz anlaşıyorsunuz, anlaşa anlaşa yol alıyorsunuz, dışarıda ise birbirinizi suçluyorsunuz. Bu komik bir şey olur... Dediğim gibi, ben iyi görüyordum gidişatı.


‘Burada Kıbrıs sorununun samimiyetle çözümünü isteyen iki kişi var; sen ve ben’

Soru: İzin verirseniz, daha da geçmişe dönmek istiyorum. Yaygın bir görüş var: Türkiye sorumluluğu üzerinden atmak için Annan Planı’nın reddedilmesini istiyordu. Bu planını da başarıyla hayata geçirdi. Siz bu süreci birebir yaşadınız. Bu görüşe katılıyor musunuz?
Cumhurbaşkanı Talat: Bu iddia bana göre son derece gülünçtür. Böyle bir şey söz konusu değil. Ama, şu söz konusu olabilir: ‘Annan Planı’nın içinde iyi olmayan şeyler var, inşallah Kıbrıslı Rumlar bunu reddeder de, uluslararası alanda bir prestij kaybına uğrar; biz de prestijimizi yükseltiriz,’ arzusunda olan Türkiyelilerin olduğunu biliyorum. Ama politika bu olsaydı, Bürgenstock’ta ve onun öncesinde canımızı yemezdik. Binlerce sayfalık Annan Planı’nı Türkiye’nin dünyadaki bütün büyükelçiliklerine göndererek tercümesini yaptırmazdık –çünkü metin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulacaktı ve garantör taraf olarak, orada da onaylanacaktı. Bütün bunlara niye girildi ki eğer Rumların reddedeceği bilinseydi? Ama dediğim gibi, bireysel olarak bunu düşünenler vardı, var. Biliyorum var olduğunu. ‘Rumlar inşallah kabul etmez’ diyenler vardı, doğru.
Hatta, Bürgenstock’ta Annan Planı sunulacağı gece, Türkiyeli bir yetkili bana, ‘Burada Kıbrıs sorununun samimiyetle çözümünü isteyen iki kişi var,’ dedi. ‘Kim?’ dedim. ‘Sen ve ben,’ dedi.

“Türkiye bir yanlış değerlendirme sonucunda, Rusya’ya Annan Planı’nın Güvenlik Konseyi’nde onaylanması konusundaki çekincesini bildirdi”

Soru: Türkiye neden Rusya’dan Güvenlik Konseyi’nin Annan Planı’nın uygulanacağına ilişkin garantiyi ‘veto’ etmesini istedi?
Cumhurbaşkanı Talat: Orada bir yanlış anlama oldu. Sırf AKEL’i ikna etmek için ve AKEL’in ‘hayır’ demesini engellemek için, bu anlaşmanın uygulanacağına dair güvence vermek istediler. Çünkü AKEL uygulanacağına dair güvence istedi. Onlar da dedi ki, Güvenlik Konseyi referandumdan sonra bu anlaşmayı onaylayacak, not edecek. Ve bu arada bir de karar alacak ve silah ticaretini yasaklayacak, adaya silah sokmak isteyenlere karşı yaptırım uygulayacak vs. Ve bu yaptırımı da Chapter 7 altında uygulayacak. Chapter 7 Birleşmiş Milletler’e güç kullanma hakkı verir. Birleşmiş Milletler, bu anlaşmayı kabul ettiğini onaylayacağı zaman, Türkiye, ‘acaba bu, anlaşmanın uygulanmasını da Chapter 7 altına alır mı?’ diye bir endişeye kapıldı. Yani, Birleşmiş Milletler askerine Türk askerine karşı silah kullanma, zor kullanma yetkisi verir mi? Bu Türkiye için çok aşağılayıcı bir şey olurdu biliyorsunuz.

Soru: Öyle olsa bile, bu, Türkiye’nin sadece anlaşmayı uygulamaması durumunda söz konusu olacaktı. Uygulamama niyeti yoksa neden endişe etti?
Cumhurbaşkanı Talat: Ama anlaşmada zamanında uygulanamayacak şeyler olabilir... Yani orada bir takvim var, ve o takvime genel hatlarıyla uyulacak. Ama uygulanamayacağı durumlar da olabilir. Örneğin, evinden çıkmayabilir adam. Elde olmayan sebepler olabilir. Buna karşı Birleşmiş Milletler askerinin güç kullanma yetkisinin olması Türkiye’yi çok aşağılayıcı bir şey olur. Türkiye böyle bir şeyi hiç yaşamadı tarihinde. Onlar bunu düşündüler. Ve o sırada kaba bir değerlendirme yapıp, bunun doğru olmadığını söylediler. Ve benim bilgim dışında - benim hiç haberim olmadı bundan - Rusya’ya bu konuda – ‘veto edin’ dediler mi bilmiyorum - ama şikayette bulundular... Sonra Papadopoulos veto istedi ve Ruslar, ‘Türkler de istedi’ dedi. Ben Türkiye’nin veto istediğini sanmıyorum. Türkiye asla Rusya’dan veto istemez. Stratejik olarak istemez. Ama çekincesini söyledi. Ruslar da, ‘zaten Türkler de çekinceliydi,’ dedi. Ama Türkiye bunu çok kısa bir süre sürdürdü. Belki bir gün, yarım gün. Sonra fark ettiler ki doğru değil bu değerlendirme. Yani anlaşmanın uygulanması Chapter 7’ye girmiyor; Chapter 7’ye sadece silah sokma faaliyeti giriyor. Silah sokma faaliyetinde de Birleşmiş Milletler’in silah kullanma, zor kullanma yetkisi bir ihtiyaçtır aslında. Sonuçta Türkiye itirazını çekti geri ama olan oldu artık. Rusya bunu kullandı.


Soru: Geriye dönüp baktığınızda pişmanlıklarınız var mı?
Cumhurbaşkanı Talat: Var... Ben seçimi dikkate almadan çalıştım. Bu da sonuç itibarıyla yanlış yaptığım bir şey sayılabilir. Seçimi dikkate almalıydım. Son güne kadar müzakere ettim, hiç seçim düşünmedim. Belki çözeriz diye gayret gösterdim ve dedim ki, ‘halk bunu taktir edecek.’ Belki seçimlerden 3 ay önce, 5 ay önce görüşmeleri kesseydim ve propagandaya yönelseydim sonuç daha farklı olurdu. İnsan yaşamında geri döndürülemez bazı şeyler arasında sayılabilir bu. Her şey zamanında yapılırsa işe yarar. ‘Aman bir an önce, aman belki çözeriz,’ düşüncesiyle çalıştık. Seçim kampanyası yapmadık... Bunun dışında, Hristofyas ile ilişkilerimde belki daha ikna edici olabilirdim diye düşünüyorum. Hristofyas’ı şuna ikna edemedim: ‘Bu süreci bitirirsek biz bitirebiliriz. Bizden sonraya bırakmayalım bunu.’... Bunları anlatabilseydik belki daha farklı davranırdı. Hristofyas, ‘çözüm konusunda güzel, ciddi ilerleme sağladık,’ demedi hiç. Deseydi, belki sonuç farklı olurdu.            



No comments:

Post a Comment