Sunday 1 June 2014

DAÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen ile Röportaj (Havadis Gazetesi, 24 Kasım 2013)



Yıl sonunda çözüm, Mart’ta referandum söylemi halka dalga geçmektir

Doğu Akdeniz Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen ile, 20 yılı aşkın süredir takip ettiği Kıbrıs müzakerelerini, önümüzdeki fırsatları ve tehlikeleri, çözümsüzlük durumunda Kıbrıslı Türkleri nelerin beklediğini konuştuk...


Halkla dalga geçiliyor

Hem Türkiye’de hem de burada en üst düzeyde ‘yıl sonuna kadar çözüm, gelecek yılın ilk yarısında referandum’ görüşü dile getirildi. Bu ne kadar gerçekçi bir hedef?
Prof. Dr. Sözen: Eğer bilmediğimiz bir şey yoksa, bu tamamen hayaldir! Siz iyi niyetli beyanatlarda bulunabilirsiniz, ama bunların gerçekçi beyanatlar olması lazım. Gerçekçi değilse, yaptığınız, insanlara yanlış sinyal vermek, yanlış umutlar pompalamak anlamına gelir ki, bu çok tehlikeli bir şeydir... Siz ‘yılsonuna kadar çözüm, Mart’ta referandum’ diyemezsiniz. Elle tutulur bir plan sunmadan, somut öneriler ortaya koymadan ‘yılsonuna kadar çözüm’ diyorsanız, bu içi boş bir hayaldir. Siz kendinizin inanmadığı bir takvimi toplumunuza söyleyemezsiniz. Bu topluma çok büyük bir haksızlıktır.... İnanmadığınız hedefler koymayacaksınız. Bu tamamen halkla dalga geçmektir.


Kıbrıslı Türkler devre dışı bırakılabilir

Önümüzdeki süreçte bizi neler bekliyor?
Prof. Dr. Sözen: Aslında dış dinamikler çözüm için oldukça uygundur... Ancak iç dinamikler için maalesef aynı şey geçerli değildir. Bir tarafta, siyasi geçmişine bakıldığında Kıbrıs’ta federal bir çözümü benimsememiş bir liderlik var. O yüzden de çözümü zorlayıcı, taşıyıcı bir rol üstlenemiyor. Güneyde ise, bir yanda ekonomik problemleri olan, bir yandan Annan Planı’na %76 oranında hayır demiş bir toplumu nasıl ikna edeceğin bilemeyen, ve aynı zamanda DIKO gibi problemli, geleneksel hayırcı kampa dahil bir koalisyon ortağına sahip Anastasiadis var...  Ama aynı zamanda  benim gördüğüm Anastasiadis çözüm konusunda çok ciddi. Burada şöyle bir tehlike var: Önümüzdeki dönemde, Kıbrıslı Türk müzakerecinin Yunanistan’ı, Kıbrıslı Rum müzakerecinin Türkiye’yi çapraz ziyareti sürecinde, Anastasiadis, Kıbrıslı Türk muhataplarına güvenmediği için, Türkiye’yi test edecek. Eğer Türkiye’den yeşil ışık görürse, Türkiye’nin de çözüm konusunda kendisi gibi ciddi olduğunu görürse, Türkiye ile doğrudan müzakere etme yoluna gidecek. Ve belki de bu süreçten bir çözüm çıkabilecek.

Peki Kıbrıslı Türkler açısından bu ne anlama gelir?
Prof. Dr. Sözen: Sorun çözülür belki ama o çözüm Kıbrıslı Türkler için olumlu olacak mı?  Bu şekilde Kıbrıslı Türklerin devre dışı bırakılarak varılacak çözüm acaba bizim çıkarlarımızı mı gözetecek, yoksa öncelikli çıkarlar Türkiye’nin çıkarları mı olacak? Bu ciddi bir tehlikedir.


Tayvanlaşma, Kosovalaşma, Hataylaşma

Bu sefer de çözüm olmazsa bizi ne bekliyor?
Prof. Dr. Sözen: Bu sefer de çözüm olmazsa Kuzey Kıbrıs’ta üç dinamik bir arada gelişecek: Tayvanlaşması, Kosovalaşma ve Hataylaşma. 2004 referandumundan sonra zaten Tayvanlaşma süreci başlamıştır. Yani Kuzey Kıbrıs tanınmadan dünya ile ilişkilerini artırmıştır – Tayvan gibi... Hataylaşma da artmıştır. Hataylaşma da, Kuzey Kıbrıs’taki demografik yapının değişmesi, Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’den daha çok göçmen alması ve fiili şekilde Türkiye’ye daha fazla bağımlı olması, hatta neredeyse Türkiye’nin bir ili gibi olması sürecidir. Kosovalaşma ise henüz başlamamıştır. Kosovalaşma ifadesini de, belli sayıda ülkenin Kuzey Kıbrıs’ı tanıması ancak hiçbir zaman – Kosova örneğinde olduğu gibi -  Birleşmiş Milletler’e üye bir devlet olamamak anlamında kullanıyorum.

Yani KKTC tanınabilir mi?
Prof. Dr. Sözen: Evet KKTC’yi birkaç ülke tanıyabilir belki, ama bu ne anlama gelir? Ne kazanırsınız bundan? Tanınmış ama bugünkü gibi bir KKTC’de yaşamaktansa - yani, kumarhane ve gece kulüplerinin olduğu, şeffaf olmayan, çevre problemlerini, sağlık problemlerini çözemeyen, eğitimde Şırnak’tan sonra gelen bir ülkede yaşamaktansa - bu problemlerini çözmüş tanınmayan bir ülkede yaşamayı tercih ederdim ben.

Ulus-Devlet paradigması

Böyle bir sonuç uluslararası toplum açısından ne anlama gelir peki?
Prof. Dr. Sözen: Kıbrıs’ta ayrı bir devletin ortaya çıkması nasıl bir emsal, nasıl bir sinyal verecek? O zaman çok rahat bir şekilde, Suriye’de de üç devlet çıksın diyebilmeliyiz: Alevi devleti, Sünni devleti, Kürt devleti. Irak’ta da aynı, Türkiye’de de... Bu mu uluslararası bağlamda istenen? Daha büyük ölçekte düşünebilmemiz sonuçları görebilmemiz lazım. Bugün Kıbrıs’ta bir federasyon birçok ülkeye emsal olacaktır. Bu, ülkelerin, oydaşmacı yönetim şekilleri ile var olan sınırlarda kendi iç düzenlemelerini yapıp devam etmelerine emsal olacaktır. Bunun tersi nedir? 7-8 tane daha kendi kendine yetmeyen ulus-devletçiğin ortaya çıkması. Ki bu da uluslararası toplumu daha çok kaotik hale getirecektir. O yüzden en hayırlısı Kıbrıs’ta bir federal çözümdür. Siz ulus-devlette ısrar ederseniz çatışmaları körüklersiniz ve ülkelerin bölünmesi ile daha çok acıların yaşanmasına fırsat vermiş olursunuz.

En büyük eksiğimiz ‘Liderlik’

Sizce bugüne kadar olan müzakerelerde her iki tarafta da en büyük eksiğimiz neydi?
Prof. Dr. Sözen: Siyasi irade muhakkak gerekli. Müzakere ve barış süreçleri, toplumları yönlendirecek liderleri gerektiren süreçlerdir. Kıbrıs’ta kesinlikle daha cesur liderlere ihtiyacımız var. Sırasında bazı risk alabilecek, daha cesaretli olacak, halkını peşinden sürükleyecek liderlere ihtiyacımız var… Halkın arkasında duracak değil, halkın önünde durup halkını bir vizyona doğru çekecek insanlara ihtiyacımız var. Liderlerin toplumu ikna edebilmesi ve dönüştürebilmesi gerekiyor.


Toplumların çözüme hazırlanması gerek

Toplumların yönlendirilmesi gerekiyor dediniz. Barış dili de bunun bir parçası değil mi? Biz hep bir taraftan görüşmeler yapan, diğer taraftan sözcüleri vasıtası ile ortamı zehirleyen ve toplumları geren lider örnekleri gördük. Bunun üstesinden nasıl geleceğiz?
Prof. Dr. Sözen: Çözüm ve barış için müzakereler yeterli değildir. Resmi müzakereler ile paralel şekilde toplumların da çözüme hazırlanması gerekir. Toplumların, halkların, güç paylaşımı ve federatif çözüme hazırlanması gerekir. Halkların işbirliği güç paylaşımı örneklerini görmesi gerekir. Barış dilinin kesinlikle müzakere sürecinin bir parçası olması gerekir. Hatta biz, SeeD[*]’in son raporunda, müzakere sürecinde iki tarafın ve BM’nin temsilcilerinden oluşan ortak bir basın ofisinin kurulmasını ve süreçle ilgili tüm açıklamaların bu basın ofisinden yapılmasını önerdik. Çünkü eğer müzakereler ile ilgili halkı bilgilendirme işini tarafların inisiyatifine bırakırsanız, işin içine liderlerin kendi iç hesapları giriyor, siyasi kaygılar giriyor ve bu iş zehirleniyor. Birbirlerini suçlamaya başlıyorlar. Ve halklar, toplumlar ister istemez birbirini suçlayan bu iki liderin nasıl bir ortaklık kurabileceğini sorgulamaya başlıyor. Bu da ister istemez halkların toplumların federal sürece hazırlanmasını negatif etkiliyor.


Kıbrıslı Türkler ve Rumlar geçmişle yüzleşmek istiyor

Dünyadaki başarılı müzakere ve barış örneklerine baktığımızda, neredeyse hepsinde bir şekilde bir af ve yüzleşme süreci yaşandı. Bu Kıbrıs’ta da yaşanması gereken bir süreç mi?
Prof. Dr. Sözen: Çok iyi olur. Ve yaptığımız kamuoyu araştırmalarında halkın bunu desteklediğini gördük. Her iki toplum da, bir şekilde tarafların karşılıklı birbirlerinin acılarını tanımalarını ve karşılıklı olarak af dilemelerini destekliyor. SeeD tarafından 2012 yılında 1,000 Kıbrıslı Türk ve 1,000 Kıbrıslı Rum arasında gerçekleştirilen kamuoyu yoklamasında, her iki toplumun da geçmişle yüzleşme ve karşılıklı af dileme konusuna destek verdiği görüldü. Bakın, ‘Geçmiş olaylar ile ilgili gerçeklere ve iki toplumun acılarına, karşılıklı bir affediş ve uzlaşı görüşü ile yaklaşacak olan bir hakikat ve uzlaşma komisyonunun kurulması’ fikrine Kıbrıslı Türklerin %77’si, Kıbrıslı Rumların ise %72’si destek veriyor. Bu fikri ‘tahammül edilebilir’ bulanların oranı ise, Kıbrıslı Türkler arasında %12, Kıbrıslı Rumlar arasında da %15. Yani sadece %10’luk bir azınlık bunu istemiyor.

Bu araştırma iki liderlikle paylaşıldı mı?
Prof. Dr. Sözen: Evet paylaşıldı.

Peki neden bu yönde adım atılmıyor?
Prof. Dr. Sözen: Yine burada da cesur liderliğe ihtiyaç vardır. Kim bu adımı atacak? Bu riski almıyor liderler. Böyle bir inisiyatif kullanmıyor.


3 ayaklı süreç – resmi müzakereler – güven artırıcı önlemler – bölgesel işbirliği

Sizce müzakere süreci nasıl kurgulanmalı?
Prof. Dr. Sözen: Kıbrıs’ta yapılması gereken sadece müzakere sürecini kurgulamak değildir. Bu işin sadece bir kısmıdır. Kıbrıs’ta bütün barış sürecinin yeniden kurgulanması lazım. Ben bunu üç ayaklı bir süreç olarak tasarlıyorum kafamda: Resmi Müzakereler, Güven Yaratıcı Önlemler ve Bölgesel İşbirliği ve Diyalog Platformunun oluşturulması...

Liderler müzakerelerden uzak tutulmalı

Resmi müzakereler muhakkak teknikleştirilmeli. İki liderin detayları konuşmaması lazım, müzakerelerin detaylarından uzak tutulmaları ve her gün müzakerelere katılmamaları lazım. Müzakereler, iki tarafın temsilcilerinden ve teknik uzmanlardan oluşan teknik ekipler tarafından yürütülmeli. Bu ekiplerin görevi, müzakere etmek değil, tıkanıklık noktalarda alternatif çözümler üretip bunları iki liderin siyasi kararına sunmak olmalı. Müzakereler teknik düzeyde gittiği zaman sürecin politize olması engellenecektir. Teknik insanların siyasi kaygısı olmadığı için çok daha rahat ve özgür şekilde müzakerelerde alternatifler üretebileceklerdir.

Türkiye sembolik sayıda asker çekebilir

Bu resmi ve teknik müzakereler ile paralel şekilde, önemli ve iki toplumun günlük hayatını olumlu şekilde etkileyecek Güven Yaratıcı Önlemlerin (GYÖ) hayata geçirilmesi lazım. Mesela Maraş’ın, iki tarafın işbirliğine ve malların ve hizmetlerin serbest dolaşımına izin verecek şekilde BM yönetiminde açılması; Kuzey Kıbrıs’a doğrudan uçuşlar; Mağusa limanının Kıbrıslı Türklerin etkin yönetiminde ama belki AB denetiminde AB doğrudan ticaretine açılması; Türkiye’nin limanlarını Rum tarafına açması; Türkiye’nin sembolik sayıda asker çekmesi gibi adımlar... Bütün bunlar kapsamlı çözümü tetikleyecek şeylerdir. GYÖ’ler sayesinde toplumlar arasındaki güven bunalımı aşılacak, halklar çözüme ve referanduma hazırlanmış olacak. Halklar bu sayede işbirliğinin makul olduğunu, hatta tercih edilebilir olduğunu anlayacak. Ortaklığın sadece mümkün değil, cazip olduğunu görecek.

Büyük resim

Müzakere süreci ve güven yaratıcı önlemlere paralel olarak, Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıslı Rumların, Türkiye’nin, Yunanistan’ın ve hatta İsrail’in dahil olduğu bir bölgesel işbirliği ve diyalog platformu oluşturulması gerekir. Bu taraflar birbirleriyle konuşmaya başladıklarında büyük resmi, alternatif perspektifleri ve önlerindeki fırsatları görmeye başlayacaklar. Mesela Kıbrıs Rum tarafı doğalgazı Türkiye’ye boru hattıyla göndermek istemiyor çünkü Türkiye’ye bağımlı olmak istemiyor. Türkiye’nin istediği zaman musluğu kapatabileceğini düşünüyor. Bu haklı bir endişe olabilir. Ama siz daha geniş anlamda, İsrail, Lübnan ve Kıbrıs gazını birleştirip bir boruyla Türkiye üzerinden gönderdiğiniz zaman, Türkiye istediği zaman musluğu kapatabilir mi? Kapatamaz. Taraflar işte bu alternatif perspektifi görecek. Mesela şöyle alternatifler çıkacak: İsrail kendi gazının bir bölümünü boruyla Türkiye’den gönderirken, diğer bölümünü başka bir boruyla Kıbrıs’ta kurulacak Sıvılaştırılmış Doğal Gaz terminaline gönderecek. Böylece İsrail de alternatiflerini çeşitlendirmiş olacak.

Umutluyum

Peki çözüm olacağından hala umudunuz var mı?
Prof. Dr. Sözen: Evet umutluyum.








[*] SeeD: Center for Sustainable Peace and Democratic Development - Prof. Dr. Ahmet Sözen’in araştırma direktörlüğünü üstlendiği barış kuruculuğu misyonu taşıyan düşünce kuruluşu.