Showing posts with label Akıncı. Show all posts
Showing posts with label Akıncı. Show all posts

Thursday, 17 September 2020

Kıbrıs bir daha asla yeniden birleşemeyebilir

 Esra Aygin 

 

Türkiye’deki Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) yakınlığıyla bilinen Türkiyeli bir gazeteci, tam da Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’daki dünyaca ünlü Ayasofya’yı[1] yeniden müzeden camiye dönüştürdüğü gün, sosyal medya üzerinden “Ayasofya tamam! Sırada Maraş var!” şeklinde bir paylaşımda bulundu.

 

Kıbrıs’ın kuzeyinde yer alan Maraş, Kıbrıslı Rum sakinlerinin, Türkiye ordusunun ilerleyişinden kaçtığı 1974 yılından bu yana askeri yasak bölge olarak kapatılmış bir kent. Maraş, aynı zamanda, adadaki kapsamlı bir federal çözüm çerçevesinde, müstakbel Kıbrıs Rum kurucu devletinin kontrolünde, önceki yasal Kıbrıslı Rum sakinlerine iade edilecek yerler arasında da bulunuyor. Ancak Türkiye, son zamanlarda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yasaklayıcı kararlarına rağmen[2] Maraş’ın Kıbrıslı Türklerin kontrolünde açılmasına dair planlarını ilan ediyor.

 

Bir zamanlar turistlerin akın ettiği gözde uğrak yerlerinden biri olan, ama şimdilerde ise güzelim turkuaz sular boyunca sıralanan terkedilmiş vaziyetteki cansız otellerin simgelediği Maraş’ta, Türkiye’nin, kentin eski ve meşru Kıbrıslı Rum sakinleri yerine büyük sermayeyi davet edeceğine dair endişeler bulunuyor.

 

Bu endişeler mesnetsiz olmaktan uzak; zira Kıbrıslı Türklerin dini vakfı olan Evkaf, terk edilmiş kentteki mülklerin büyük bir kısmının maliki olduğunu çoktan iddia etmiş durumda. Bu İslami vakıf, tam sayfa gazete ilanları vererek ve videolar yayımlayarak, Maraş hakkında kampanyalar ve lobi faaliyetleri yürütüyor.

 

Türkiyeli gazetecinin Maraş’ın açılması konusundaki bu cüretkar beyanı, kışkırtıcı olduğu kadar sembolik bir öneme de sahipti. Nitekim bu beyan, Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde giderek genişleyen ve bazılarının adadaki taksimi daimi bir hale getireceğinden korktuğu gaspını da ortaya koyuyordu.

 

Birleşmiş Milletler önderliğindeki uluslararası toplum, neredeyse 60 yılı bulan bir süredir, Kıbrıs sorununa kapsamlı bir federal çözüm bulabilmek ve Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk toplumları arasında bölünmüş olan adanın yeniden birleştirilmesi için çaba sarf ediyor. Ancak on yıllarca süren müzakereler, yedi BM Genel-Sekreteri, sayısız plan, başarısızlığa uğramış halkoylamaları ve yine çok yakın bir geçmişte sonuçsuz kalan uluslararası bir konferansın ardından, Kıbrıs’ın bölünmüşlüğü hala devam ediyor.

 

Kıbrıs’ın birleştirilmesine yönelik görüşmelerdeki son tur olan ve İsviçre’deki Crans-Montana’da Temmuz 2017 tarihinde toplanan uluslararası konferans da sonuçsuz kaldı. Kıbrıs konulu bu konferanstan sonra, barış sürecini çevreleyen iklim ciddi bir şekilde bozuldu ve hem Kıbrıs’ta yaşanan hem de Kıbrıs’a ilişkin olan bir dizi gelişmelerle birlikte federal çözüm olasılığı giderek daha da erişilemez bir hale geldi. Çok sayıda kişi, bu gelişmelerin Kıbrıs’ı geri dönüşü olmayacak daimi bir taksime sürükleyebileceğinden endişe ediyor.

 

Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Crans-Montana’daki görüşmelerin başarısızlığa uğramasının hemen ardından gazetecilere yapmış olduğu açıklamada, Kıbrıs’ın, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplumlarının siyasi eşitliği temelinde iki bölgeli ve iki toplumlu bir federasyon çerçevesinde yeniden birleşmesini öngören kırk yıllık BM parametrelerinin artık uygulanamaz hale geldiğini ifade etti. Bu beyan, Türkiye’nin artık alternatif çözüm arayışları aramaya başlayabileceğine de işaret ediyordu.

 

Kıbrıslı Rum lider Nicos Anastasiades ise Crans-Montana’dan bu yana alternatif yaklaşımların gerekli olabileceğini üstü kapalı olarak ima etmişti. Anastasiades, Ekim 2018 tarihinde tarifini yapmadığı “gevşek federasyon” ve hatta konfederasyon fikrini dile getirmişti. Anastasiades’in siyasi muhalifleri ise, kendisinin iki devletli bir çözüm üzerinde düşündüğü iddiasını ortaya atmıştı. Anastasiades, ayrıca, federal bir çözüm hedefinden vazgeçtiği gerekçesiyle özellikle de sol görüşlü AKEL partisi liderliğince topa tutulmuştu. Öte yandan bazı Kıbrıslı Türkler ise Anastasiades’in ademi merkeziyetçi bir federasyon önerisini, federal bir çözüm ile kazanılmaya çalışılan siyasi eşitliği Kıbrıslı Türklere vermekten kaçınmanın bir yolu olarak değerlendiriyor.

 

Öte yandan, Kıbrıslı Rum lider Nicos Anastasiades ve Türkiyeli Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, fiili olarak daimi taksim anlamına gelebilecek iki devletli çözümün de aralarında bulunduğu yeni fikirleri görüşmek için ilki Kıbrıs Konferansı esnasında Crans-Montana’da olmak üzere birçok kez bir araya geldikleri ortaya çıktı.

 

İşin aslında bakılacak olursa, Kıbrıslı Rum liderliği, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplumları arasında iktidarın eşit bir şekilde paylaşılacağı iki bölgeli ve iki toplumlu bir federasyonun kurulması için mevcut statükodan feragat etmeye pek de hazır görünmüyor. Dahası, Kıbrıslı Rum liderliğinin, kendi cumhuriyetinin sahip olduğu hukuki, siyasi ve iktisadi üstünlüğünden gayet memnun olduğu ve bu statüden, sayıca daha az bir toplum ile gerçek anlamda bir güç paylaşımında bulunmak için vazgeçmeye niyetli olmadığı da anlaşılıyor. Kıbrıslı Türklerle iktidar paylaşımı yönünde bir anlaşma olması durumunda ise Türkiye’nin Kıbrıslı Türkler vasıtasıyla federal Kıbrıs’ın işleyişine karışacağına dair endişeler de bulunuyor.

 

Eski Britanya Dışişleri Bakanı Jack Straw, 2017 senesinde, “Kıbrıslı Rumların nazarında, Kıbrıslı Türklere siyasi eşitlik verilmesini kabul etmek, ellerindeki güçten vazgeçmek anlamına geliyor. Ancak eksik olan şey” bir anlaşmaya varılması için “her iki taraf için de gerçek manada teşvik edici bir unsurun olmayışıdır. Hiçbir Kıbrıslı Rum liderin de bir anlaşma için seçmenlerinin desteğini asla alamayacağı ortadadır. Statüko, Güney için ziyadesiyle konforludur” şeklindeki görüşünü ifade etmişti.[3]

 

Öte yandan, görüşmelerin sonuçsuz kalması, ileri sürdükleri bir çözümün, yani fiili bir taksimin, zaten uzun bir süredir ortada olduğunu savunan Türklerin ve Kıbrıslı Türklerin elini de güçlendirdi. Bu görüşün taraftarları, uluslararası alanda bir tanınmanın gerçekleşmesi halinde her iki “devletin” de ilişkileri normalleştirip yollarına devam edebileceklerini iddia ediyorlar.

 

Kıbrıslı Türk lider Mustafa Akıncı ise federasyona dair ısrarından ötürü giderek artan bir şekilde yalnızlaştırılırken, bu durum, Akıncı’nın Türkiye ile olan ilişkilerine de onanmaz bir şekilde zarar verdi.

 

Çavuşoğlu, Nisan 2018 tarihinde Kıbrıs’a gerçekleştirdiği bir ziyarette, Kıbrıs için iki devletli bir çözümü masaya koyduğunda, Akıncı, federasyon dışındaki herhangi bir çözüm modeline bakmaktansa istifa edeceği yanıtını vermişti. Çavuşoğlu da daha sonraları, federasyon modelini, Kıbrıslı Türk liderin “şahsi görüşü” olarak nitelemişti.

 

Kıbrıslı Türk lideri ve Ankara arasındaki çözümün mahiyetine ilişkin olarak yaşanan bu uyuşmazlık, bu yılın başlarında, Akıncı’nın, Britanya’da çıkan bir gazete olan The Guardian tarafından yöneltilen ve Türkiye’nin adanın kuzeyini ilhak etme olasılığına dair soruya, “bunun korkunç bir senaryo”[4] olacağı şeklinde bir cevap vermesinin ardından daha da kötüleşti. Kıbrıslı Türk lider Türkiyeli yetkililer tarafından acımasızca eleştirildi ve hatta bazılarına göre tehdit edildi.

 

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Akıncı’nın açıklamalarını “son derece talihsiz” olarak nitelendirirken, Çavuşoğlu, Akıncı’nın “güvenilmez” olduğunu söyleyerek, onu “terörü desteklemekle” suçladı. Türkiyeli Cumhurbaşkanı Yardımcı Fuat Oktay, Akıncı’nın tavrına “müsamaha gösterilmeyeceğini” belirtirken, Erdoğan’ın başdanışmanı Yiğit Bulut ise Kıbrıs’ta bir oldu bittiye karşı kanlarının “son damlasına kadar mücadele edeceklerini” yazdı. Akıncı hakkında yapılan diğer açıklamalar arasında “Kıbrıs’a gidip Akıncı’nın kazanmaması için çalışmalarda bulunma” ve Akıncı’nın “PKK liderlerinden biri gibi patlatılması” şeklinde çağrılar da yer alıyordu. AKP’nin kıdemli yetkililerinden Metin Yavuz da Akıncı’nın “lider olmadan önce adam olması gerektiğini” söyleyerek, “Eğer bizler olmasaydık, sen değil Cumhurbaşkanı olmak, çöpçü bile olamazdın” dedi.

 

Tüm bu saldırılara ve süregelen baskılara rağmen, Kıbrıslı Türk liderliği için 11 Ekim’de yapılacak olan seçimlerde ikinci bir dönem için adaylığını koyacak olan Akıncı geri adım atmayarak halkın yanıtını seçim sandığında vereceğini ifade etti.

 

Ankara ve görünen o ki Anastasiades’in, kendilerini federal çözüm çerçevesi dışında bir yere konumlandırmasıyla birlikte, Ankara, Akıncı’yı iki devletli bir çözüm politikasının izlenmesinin önündeki en büyük engel olarak görüyor. Nitekim sonraları, Ankara’nın Akıncı’dan kurtulmak amacıyla Ağustos ayı başlarında Kıbrıslı Türk sağ partilerini, Kıbrıslı Türk lidere karşı yarışacak ortak bir aday üzerine uzlaşmalarına teşvik etmek için davet ettiği ortaya çıktı. Ancak şimdiye dek bu konu üzerinde bir uzlaşmaya varılamadığı gibi, Akıncı da yapılan anketlerde önde görünüyor.

 

Türkiye’nin artan etkisi

 

2017 yılındaki sonuçsuz kalan son görüşmelerden bu yana, Türkiye’nin Kıbrıslı Türkler üzerindeki kültürel ve dini hegemonyası giderek arttı ve bu durum, yeniden birleşmeye dair beklentileri daha da karmaşık bir hale getirdi. Erdoğan yönetimi bir yanda Türkiye’deki gücünü pekiştirirken, Kıbrıs’ın kuzeyi de Türkiye kökenli kişilere vatandaşlık verilmesi yönünde daha fazla baskıya, Kıbrıslı Türk gençlere ne şekilde eğitim verileceğine müdahale eden daha çok sayıda hamlelere, ifade hürriyetine dönük artan tehditlere ve yasaların değiştirilmesi hususunda daha fazla dayatmalara maruz kaldı. Adanın her yerinde daha büyük camiler inşa edildi ve Kıbrıslı Türk makamlarından gerekli izinler alınmaksızın hukuka aykırı bir şekilde açılan Kuran kurslarının sayısı da hızla arttı.

 

Dünyadaki en liberal Müslümanlar arasında yer alan ve geleneksel olarak İslam’ın oldukça barışçıl ve ılımlı bir yorumunu takip eden Kıbrıslı Türkler, durmaksızın artan Türk baskısı olarak tarif ettikleri bu durum karşısında giderek artan bir huzursuzluk duyuyor.

 

Kıbrıslı Türkler, artan sayıdaki çok daha büyük camiler ile yasa dışı Kuran kurslarının yanı sıra daha fazla sayıda dini okulların kurulmasına dönük planlar ile ilk ve orta öğretimde din dersinin zorunlu kılınması için yapılan baskılar, erkek ve kız çocuklarının birbirlerinden ayrı yerlerde tutulduğu gençlik kampları, otellerde haremlik ve selamlık olarak ayrılan eğlence alanları, Türkiye’den gönderilen daha muhafazakar imam ve din kültürü öğretmenleri ve Kıbrıslı Türklerin eğitim sistemini ve müfredatını kontrol altına almaya yönelik girişimlerden ötürü de kendilerini tehdit altında hissediyorlar.

 

Kıbrıslı Türk yönetimi üzerindeki, Türkiye’den gelen ve sayıları giderek artan kişilere vatandaşlık verilmesi konusunda süregelen baskı ve Kıbrıs’ın kuzey kesimindeki değişen nüfus yapısı da ciddi kaygılara neden oluyor. Türkiye vatandaşlarının sayısındaki bu artış, adadan ayrılan Kıbrıslı Türklerin sayısındaki artış ile bir araya geldiğinde, bu vaziyet, yakın bir gelecekte Kıbrıslı Türklerin kendi topraklarında azınlık olarak kalmaları sonucunu doğurabilir. Kesin sayının ne olduğu tartışmalı olsa da yapılan araştırmalar, herhangi bir zamanda Kıbrıs’ın kuzeyindeki toplam 400 bin kişilik nüfusun yarısının Türkiye vatandaşı olabileceğine işaret ediyor. Diğer yabancı yerleşiklerin bu sayıya dahil edilmesi durumunda ise Kıbrıslı Türkler azınlıkta kalıyor.[5] Nüfus yapısındaki bu değişim, Kıbrıslı Türklerin uzun vadedeki varoluşları ve kimlikleriyle ilgili soruları gündeme getirmenin yanı sıra Kıbrıs konusundaki bir çözümün mahiyetinin değiştirilmesi riskini de taşıyor.

 

Aralık 2019 tarihinde, Türkiye’deki basında, Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde bir deniz üssü kurmayı planladığı haberlerine yer verildi. Bu haberlere göre, Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı bir uzman ekip, üs için bölgede yer analizine dönük keşif çalışmalarında bulundu. Bu planlar arasında yeni askeri bölgeler ile deniz tesislerinin inşa edilmesi de yer alıyor. Türkiye, ayrıca, önceleri, Kıbrıs’ın kuzeyinde, Doğu Akdeniz’de faaliyet gösterecek insansız hava araçları için bir havalimanını da kullanmaya başlamıştı.

 

2004 yılında Annan Planı’nın başarısızlığa uğramasından sonra başlayan ve bugüne dek devam eden hızlı inşaat ve kalkınma da adadaki federal çözümü giderek artan bir derece karmaşıklaştıran bir diğer unsur. 1963’teki etnik çatışmalar ile 1974 senesindeki taksimin neticesinde, kuzeyde yaşayan 150 binden fazla Kıbrıslı Rum, arkalarında 1.350 milyon dönüm (551.844.058 m2)—ki bu sayı, kuzeydeki tüm özel mülklerin yüzde 80’ine tekabül ediyor—bırakarak güneye kaçmak zorunda kaldı. O dönemde güneyde yaşayan 50 bin kadar Kıbrıslı Türk ise kuzeye kaçtı. Şimdilerde devasa oteller ve kumarhaneler sahil boyunca birbirleri ardında uzanırken esasen Kıbrıslı Rumlara ait olan ve önceleri boş durumda olan araziler üzerinde benzer büyüklükte ev, üniversite ve gece kulüplerinin inşasına devam ediliyor. Fiziksel çevredeki bu değişikliğin, mülkiyet sorununun eski hale iade, tazminat ya da takas yoluyla çözülmesini gerektiren federal bir çözümü çok daha çetrefil bir hale getireceğine hiç kuşku yok. Nitekim bir yanda inşaatlar devam ederken, diğer yanda ise federal bir çözüme ulaşılması durumunda Kıbrıslı Rumlara iade edilecek ya da bu kişilerle takas edilebilecek eldeki boş arazilerin sayısı da giderek azalıyor.

 

Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması, Türkiye’den kontrolsüz olarak gerçekleştirilen nüfus nakli, Kıbrıslı Türklerin yaşamlarının her alanındaki baskılar—ki son kertede hayatta kalabilmek adına uyum göstermek zorunda kalacaklar—ve hayati nitelikteki tüm sektörleri ele geçirip, elde kalan boş arazilerin tümünü dolduran Türkiye sermayesiyle birlikte çok yakında tamamlanmış olacak.

 

Kuzeyin demografik, iktisadi, siyasi, dini, sosyal ve kültürel yapısının dizginleri boşanmış ve baş döndürücü bir hızla tahrif edilmesine ilaveten, Ocak 2018 tarihinde meydana gelen bir başka olay da günümüz Türkiye’sini simgeler hale gelen ifade özgürlüğü ve diğer temel hak ve hürriyetlere karşı hoşgörüsüzlüğün, Kıbrıs’ın kuzeyine de sirayet etmesinden çekinen Kıbrıslı Türkler için özellikle endişe vericiydi.

 

Kıbrıslı Türk gazetesi olan Afrika’nın, Ocak 2018 tarihinde, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yönelik olarak gerçekleştirdiği harekatı “Türkiye’den bir işgal harekatı daha” şeklinde nitelendirmesinin ardından, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’deki “kardeşlerine” gazeteye gereken cevabı vermeleri çağrısında bulundu. Yapılan bu çağrı üzerine çoğunluğu Türkiye kökenli olan yüzlerce gösterici, Afrika gazetesinin ofisini basarak binanın camlarını kırıp, taşlar ve demir çubuklar atarak gazetenin genel yayın yönetmenini de tehdit etti.

 

Sonuç

 

Kıbrıs’taki tüm bu gelişmeler, Kıbrıs ile Doğu Akdeniz bölgesindeki ve etrafındaki değişen dinamiklerle bir araya geldiğinde, federal bir çözümün sağlanması ihtimalini giderek daha ulaşılmaz kılıyor. Türkiye ve Yunanistan ilişkilerinin tüm zamanların en düşük seviyesinde seyretmesi ve Kıbrıs açıklarındaki sularda gerçekleştirilen hidrokarbon arama faaliyetleri nedeniyle yaşanan gerilim de iyimser olmak için geriye çok az sebep bırakıyor.

 

Bu durum, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin “Kıbrıs halkı, bu kez farklı olacağını bilmeyi hak ediyor” ifadesine yer verdiği ve BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu 14 Kasım 2019 tarihli raporunda da tekrar edildi.[6]

 

Yine bu noktada, BM Genel Sekreteri Guterres’in görüşmelerin yeniden başlatılmasına ilişkin süregelen çabalarına ve BM Güvenlik Konseyi’nin, BM nezaretinde bir çözüme ulaşılması için taraflara ve ilgili tüm katılımcılara birçok kez yapmış olduğu siyasi irade ve taahhütlerini yineleme çağrılarına rağmen, federal çözüm için anlamlı bir sürecin yakın bir zaman içinde başlayabileceğine dair göstergelerin olduğunu söylemek pek de mümkün değil. Guterres, Haziran 2018 tarihinde kıdemli bir BM görevlisi olan Jane Holl Lute’yi iki Kıbrıslı lider ve Yunanistan, Türkiye ve Büyük Britanya’dan oluşan üç garantör devlet ile görüşmelerin BM himayesinde yeniden canlandırılması için gerekli şartların bulunup bulunmadığı hususunda görüş alışverişinde bulunması için görevlendirmişti. Lute’nin, şartların mevcut olması halinde, Guterres tarafından 2017 yılında önerilen çerçeveyi, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum liderlerin önceki tarihli “yakınlaşmaları” ve görüşmelerin ne şekilde ilerleyeceğine dair teklif edilen yol haritasını da ihtiva edecek bir “şartname” kaleme alması gerekiyordu.

 

Ancak Lute tarafından gerçekleştirilen çok sayıda istişare, maalesef şartname konusunda bir uzlaşıya varılmasını sağlayamadı. Ekim ayında yapılacak seçimleri Akıncı’nın kazanması halinde görüşmelerin yeniden başlatılması konusunda küçük de olsa bir şans var. Zira aksi bir durumda, görüşmelerin süresiz olarak askıya alınmış bir halde kalması kuvvetle muhtemel gözüküyor.

 

55 yıldır siyasi olarak ayrı düşmüş bir halk ve 45 yıldır da fiziksel olarak ayrılmış bir ülke olan Kıbrıs bir daha asla yeniden birleşemeyebilir. Federal bir çözümün olmadığı bir durumda Kıbrıs’ın kuzey kesimi hızlı bir şekilde Türkiye ile kaynaşıp/çözülecek ve bu da adada fiilen daimi bir taksim anlamına gelecektir.

 

 

 

 

[1] UNESCO Dünya Mirası listesinde olan bu eser, altıncı yüzyılda Bizans İmparatorluğu döneminde bir kilise olarak inşa edilmiş, Osmanlıların İstanbul’u 1453 yılında fethetmesinin ardından camiye dönüştürülmüştü ve müze olarak açıldığı 1935 yılından beri tüm inançlardaki ziyaretçilere açıktı. Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesi, dünya çapında Hristiyanlar ile çok sayıda akademik ve korumaya yönelik çalışmalarda bulunan camiada kızgınlık ve şaşkınlığa neden olmuştu. Bu adım, aynı zamanda NATO üyeleri olan Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerilimin de artmasına sebebiyet verdi.

 

[2] BM Güvenlik Konseyi’nin 1984 tarihli ve 550 sayılı kararı “Maraş’ın herhangi bir bölümüne kendi sakinleri dışındaki kişilerin yerleştirilmesine yönelik çabaları kabul edilemez olarak nitelemekte ve bu bölgenin Birleşmiş Milletler idaresine devredilmesi çağrısında bulunmaktadır.”

BM Güvenlik Konseyi’nin 1992 tarihli ve 789 sayılı kararı “1984 tarihli ve 550 sayılı kararın uygulanması maksadıyla, Kıbrıs’taki Birleşmiş Milletler Barış Gücü kontrolü altında bulunan alanın, Maraş’ı da içine alacak şekilde teşmil edilmesi” çağrısında bulunmaktadır.

Kapatılmış durumdaki kentin açılmasına yönelik yeni hamleler üzerinde, BM Güvenlik Konseyi, 9 Ekim 2019 tarihinde Maraş meselesini kapalı bir oturumda ele aldı ve sonrasında da bir basın açıklaması yayımladı. Konsey, açıklamasında önceki Güvenlik Konseyi kararlarında yer verildiği şekliyle Maraş’ın statüsünün önemi hatırlatarak Maraş’la ilgili olarak bu kararlar doğrultusunda olmayan herhangi bir eylemde bulunulmaması gerektiğini teyit etti ve Konsey kararlarının uygulanmasının önemini vurguladı.

 

[3] Jack Straw, “Only a partitioned island will bring the dispute between Turkish and Greek Cypriots to an end,” Independent, Ekim 2017.

 

[4] “Turkish Cypriot leader warns Cyprus is facing permanent partition,” The Guardian, Şubat 2020.

 

[5] Mete Hatay, Kıbrıs’ın Kuzeyinde Nüfus ve Siyaset, s.42.

 

[6] BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs İyi Niyet Misyon Raporu, 14 Kasım 2019.

 



https://tr.boell.org/index.php/tr/2020/09/02/kibris-bir-daha-asla-yeniden-birlesemeyebilir

Monday, 30 July 2018

Lute ikna oldu mu?



Esra Aygın

Üst düzey Birleşmiş Milletler yetkilisi Jane Holl Lute, Kıbrıs’ta müzakere sürecinin yeniden başlaması için yeterli zemin olup olmadığını, ve olası bir sürecin bu kez başarıya ulaşma ihtimalini ölçmek için, geçtiğimiz gün Kıbrıslı Türk lider Mustafa Akıncı ve Kıbrıslı Rum lider Nikos Anastasiadis ile görüştü.

Lute, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in kendisine verdiği görev çerçevesinde, Ankara, Atina ve Londra’da da temaslarda bulunarak,  değerlendirmelerini bir rapor haline getirecek. Raporun, Eylül ayı başında BM Genel Sekreteri’ne sunulması bekleniyor.

BMGS taraflardan ne bekliyor?

BM Genel Sekreteri, yeni bir sürece müdahil olmak ve ev sahipliği yapmak için ne gibi göstergeler aradığını 14 Haziran 2018 tarihinde Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda açıkça yazmıştı. Buna göre, Genel Sekreter, müzakereler için ana sorumluluğun liderlerde olduğunu vurgulamış ve: “Eğer kapsamlı bir çözüme varma niyeti ile görüşmelere devam etmeye birlikte karar verirlerse, en güçlü siyasi bağlılığı, cesareti ve kararlılığı ortaya koymaları gerekmektedir. Aciliyet duygusunu yeniden içselleştirmeleri, güven erozyonu ile ilgili önlemler almalı, ve siyasi iradelerine dair güçlü ve belirsizliğe mahal vermeyen sinyaller vermelidirler. Her iki tarafa da fayda sağlayacak bir anlaşmaya varabilmek için toplumlarını sürece dahil ederek, çözümün faydalarını aktarmaları ve her iki tarafın da tavizde bulunmasının önemini anlatmaları gerekecektir.”

Adada durum ne?

Mayıs 2015’te Akıncı ve Anastasiadis arasında başlayan müzakereler, 7 Temmuz 2017’de çökene kadar Kıbrıs sorununun tüm başlıklarında, daha önceki süreçlerde hiç görülmemiş yakınlaşmalara varılmış, birçok konu ya kapanacak noktaya gelmiş, ya da nasıl nihayetleneceği ortaya çıkmıştır. Tüm bu benzersiz ilerlemelere rağmen, Crans Montana’dan beridir çözüm yönünde hiç bir gelişme yaşanmadı. Liderler BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Elizabeth Spehar’ın daveti ile sadece bir kez bir araya geldi ve bu görüşme herhangi bir fikir birliğine varılmaksızın sonuçlandı. Yaşanan çıkmaz, adada bir çözüm olacağı yönündeki beklentileri düşürdü, liderler, toplumlar ve taraflar arasındaki güven büyük yara aldı. Liderlerin 3 yıl önce sözünü verdikleri mobil telefonların karşılıklı çalışabilirliği, ve Derinya ve Aplıç kapılarının açılması konusunda da herhangi bir gelişme olmadı.

Bu ortamda gerçekleşen Lute ziyareti için, BM Genel Sekreteri, yine 14 Haziran 2018 tarihli raporunda taraflara şu çağrıyı yapmıştı: “Tarafların, ada için ortak bir yol çizmek adına hala sorumlu ve kararlı davranabileceklerine inanıyorum. Yakın gelecekte, taraflarla derinlemesine bir istişare yapması için üst düzey bir BM yetkilisini adaya göndermeyi planlıyorum. Bu istişareler, tarafların Crans Montana’dan beridir yaptıkları değerlendirmenin sonuçlarını BM’ye aktarmaları için daha resmi, yapılandırılmış ve detaylı bir yöntem teşkil edecek ve bu aşamada şartların anlamlı bir süreç için olgunlaşmış olup olmadığını tespit etmeye yardımcı olacak.  Tarafları, bu egzersizin öneminin farkına varmaları ve dolayısıyla bu fırsatı değerlendirmeleri için teşvik ederim” ifadelerini kullanmıştı.

Anastasiadis olumsuz imajını değiştirmek adına istekli görünmeye çalışıyor

Hiçbir zaman resmi belge ve raporlara yansımasa da, uluslararası toplum, müzakerelerin çökmesi ve adadaki güven ortamının bu derece yara almasından Kıbrıs Rum tarafını sorumlu tutuyor. Anastasiadis’in, bu imajdan kurtulmak, ve görüşmelerin başlamamasına sebep olarak gösterilmemek için Lute’u yeni bir Crans Montana’nın mümkün olduğuna ikna etmeye çalıştığı anlaşılıyor.
Anastasiadis, Lute’a müzakerelere Crans Montana’da bırakılan yerden başlamaya hazır olduğunu aktardı. Ancak diplomatik kaynaklar, Lute’un somut hiç bir gösterge veya adım olmadan sadece söylenenlerle ikna olmasının çok zor olduğunu belirtiyor.

Ayrıca, Kıbrıs Rum tarafı, görüşmeler başlamadan önce özellikle güvenlik ve garantiler konusunda bir hazırlık süreci talep ediyor. Bu çerçevede, Garanti Antlaşması’nın çözümün ilk gününde ortadan kalkması şartıyla belli bir süre için belli sayıda Türk askerinin uluslar arası bir oluşum bünyesinde adada kalmasını kabul edebileceğinin işaretini veriyor.

Güvenlik ve garantiler konusunun müzakereler sırasında değil, öncesinde konuşulması talebi, bir önşart, veya Guterres çerçevesini değiştirme girişimi olarak görüldüğünden, Türk tarafınca kabul edilmesi çok zor. Ayrıca güvenlik ve garantiler başlığının ayrı ele alınması, Genel Sekreter’in “açıkta kalan tüm konuların bir paket şeklinde birbiri ile bağlantılı ele alınması” çağrısı ile de bağdaşmıyor.

Akıncı sonuç odaklı süreç istiyor

Akıncı ise, Lute görüşmesinde, 30 Haziran 2017’de sunulan Guterres çerçevesi temelinde müzakerelere başlamaya hazır olduğunu bir kez daha tekrarladı. Ancak Kıbrıslı Türk lider, sırf müzakereler yeniden başlamış olsun diye, yine bir kısır döngüye dönüşebilecek ucu açık ve belirsiz bir sürece girmeyeceğini net şekilde ortaya koydu. Kıbrıs Türk tarafı, müzakerelerin modalitesinin değişmesini, iyi yapılandırılmış, iyi takvimlendirilmiş, ve siyasi bir anlaşmaya götürecek şekilde sonuç odaklı olmasını istiyor.

Tarafların, BM’yi yeni bir inisiyatif almak konusunda cesaretlendirmek ve Kıbrıs’a her açıdan yatırım yapmaya devam etmesi konusunda ikna etmek için, ne öncesinde toplumlar nezdinde, ne de Lute ile görüşmeleri sırasında herhangi bir yeni ve umut verici adım atmadıkları açık. Sırada, Lute’un Ankara, Atina, ve Londra’da yapacağı görüşmeler var. Bu başkentlerde de ezber bozacak bir şeyler duymaması halinde BM yetkilisinin, raporunda Kıbrıs’ta yeni bir süreç ile ilgili olumlu bir değerlendirme yapması olası değil.

Olumlu veya olumsuz, Kıbrıs’ta yeni bir süreç ile ilgili kararı ise, BM Genel Sekreterinin Ekim ayında vermesi bekleniyor.




Bir çözüm süreci daha heba ediliyor...


Öyle görünüyor ki, Mayıs 2015’te büyük umutlarla başlayan bir müzakere süreci daha heba olup gidiyor. Bu arada, kim bilir kaç Kıbrıslı daha barışı göremeden ölecek, kaç genç daha göç edecek, kaç bebek daha geleceksiz bir adaya doğacak... 

Esra Aygın

BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’ta müzakere sürecinin yeniden başlama ve bu kez başarıya ulaşma ihtimali olup olmadığını ölçmek için görevlendirdiği Jane Holl Lute, Pazartesi günü Kıbrıslı Rum lider Nikos Anastasiades ve Kıbrıslı Türk lider Mustafa Akıncı ile görüştü.

Lute, Lefkoşa temaslarının ardından, Atina, Londra ve Ankara’da da temaslarda bulunarak değerlendirmelerini Eylül ayı başında bir rapor halinde BM Genel Sekreteri’ne sunacak.

Birbirinden birkaç kilometre uzaklıktaki ofislerinde oturup bir yılı aşkın bir süredir birbirine bir telefon bile açmayan, buluşup birlikte bir kahve bile içmeyen iki liderin, dünyanın diğer ucundan gelecek bir BM görevlisi sayesinde olumlu ve yapıcı bir sürece gireceklerini düşünmek aşırı iyimserlik olur herhalde.

7 Temmuz 2017’de Crans Montana’da çöken Kıbrıs Konferansı’nın ardından, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, her iki tarafa da ileriye dönük bir değerlendirme yapmaları çağrısında bulunmuştu.

BM Genel Sekreteri, Lute’un ziyaretini duyurduğu 14 Haziran 2018 tarihli raporunda da, “Tarafların, ada için ortak bir yol çizmek adına hala sorumlu ve kararlı davranabileceklerine inanıyorum. Yakın gelecekte, taraflarla derinlemesine bir istişare yapması için üst düzey bir BM yetkilisini adaya göndermeyi planlıyorum. Bu istişareler, tarafların Crans Montana’dan beridir yaptıkları değerlendirmenin sonuçlarını BM’ye aktarmaları için daha resmi, yapılandırılmış ve detaylı bir yöntem teşkil edecek ve bu aşamada şartların anlamlı bir süreç için olgunlaşmış olup olmadığını tespit etmeye yardımcı olacak.  Tarafları, bu egzersizin öneminin farkına varmaları ve dolayısıyla bu fırsatı değerlendirmeleri için teşvik ederim” ifadelerini kullanmıştı.

Anlaşılıyor ki, liderlerimiz Lute’un ziyareti sırasında da, BM’yi yeni bir inisiyatif almak konusunda cesaretlendirmek ve Kıbrıs’a her açıdan yatırım yapmaya devam etmesi konusunda ikna etmeye çalışmak yerine sadece bilindik pozisyonlarını tekrarladılar. Lute’un Atina, Londra ve Ankara’da da ezber bozacak bir şeyler duymaması halinde raporunda Kıbrıs’ta yeni bir süreç ile ilgili olumlu bir değerlendirme yapması olası değil.

Crans Montana, bu adada çözüm ve barış isteyen herkes için çok büyük bir yıkımdı. Muhtemelen en çok da, hem siyaseten hem de kişisel olarak kendisini bu sürece adamış, birçok kez siyasi irade ve cesaretle inisiyatif almış olan Akıncı için... Ama Kıbrıs sorununu çözme sözüyle seçilmiş bir liderin küsme; ‘ben yapacağımı yaptım’ diyerek köşesine çekilme; umudunu, motivasyonunu, kararlılığını kaybetme lüksü yoktur. Orada oturduğunuz sürece Kıbrıs’ta çözüm ve barış için çalışmaya, çabalamaya, yeni dinamikler yaratmaya, girişimler üstlenmeye devam edeceksiniz. Veya orada oturmaya devam etmeyeceksiniz...

Ne yazık ki Akıncı, Crans Montana’daki çöküşün ardından kendi haklılığında boğulan; sonuç elde etmek için değil, haklılığını ispat etmek için uğraşan; çözümü değil, karşı tarafın haksız olduğunu kayda geçirmeyi öncelik haline getirmiş bir imaj çiziyor. Kullandığı dil, yaptığı açıklamalar,  yönelttiği suçlamalar zaten çok yara almış olan toplumlararası güveni daha da sarsıyor, toplumun çözüme ve barışa olan inancını erozyona uğratıyor.

Kıbrıslı Rum lider Anastasiadis ise inandırıcılığını tamamen yitirmiş durumda. Hem müzakere sürecini hem de ortamı sürekli olarak dinamitleyen politikaları; toplumlararası yakınlaşma, işbirliği ve güven adına atılacak her adımı engellemesi; tutarsızlığı; yaptığı dezenformasyon; çözüm ve barış fırsatlarını değerlendirmek yerine berhava etme çabası; federal bir Kıbrıs yerine milliyetçiliğe, Helenizme, hamasete sarılması; ortaklığa değil ayrılığın derinleşmesine hizmet eden tutumu ile Anastasiadis, Kıbrıs’ta çözüm yapabilecek bir lider olmadığını çoktan gösterdi.

Liderlerimiz bu durumdayken, yeni bir sürecin başlaması için tek motivasyon, BM Barış Gücü’nün adadaki varlığının meşruiyeti, doğalgaz araştırmalarının selameti, veya Orta Doğu’daki güç dengeleri gibi dış bir faktör olabilir – ki çıkış noktası, motivasyonu ve hedefi doğrudan Kıbrıs ve Kıbrıslılar olmayan bir sürecin ne kadar başarılı olabileceği büyük bir soru işareti.

Öyle görünüyor ki, Mayıs 2015’te büyük umutlarla başlayan bir müzakere süreci daha heba olup gidiyor. Bu arada, kim bilir kaç Kıbrıslı daha barışı göremeden ölecek, kaç genç daha göç edecek, kaç bebek daha geleceksiz bir adaya doğacak...








Monday, 26 March 2018

Guterres’in yetim çerçevesi


Esra Aygın

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in 30 Haziran 2017’de Crans Montana’da taraflara sunduğu çerçeve siyasi eşitlik, mülkiyet, toprak, güvenlik ve garantiler, ve eşdeğer muamele konularının çözümüne ışık tutan çok net ve çok önemli bir belgedir.

Ancak maalesef, taraflar açısından en hassas ve dolayısıyla da en son aşamadaki büyük al-ver’e bırakılan bu zor konuların çözüm çerçevesini çizen belge, Crans Montana’daki akşam yemeği masasında terkedildiğinden beridir, ona isim babası da dahil olmak üzere kimse sahip çıkmamıştır.

Kıbrıs Rum tarafı Guterres çerçevesini kabul ettiğini dile getiriyor olsa da, “önce iç konuları kendi aramızda çözelim, sonra BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ile güvenlik konferansını hazırlayalım” gibi çerçeve ile taban tabana zıt taleplerde bulunurken, Kıbrıs Türk tarafı çerçevenin adını bile anmıyor. Hatta hükümetteki bazı isimler bırakın çerçeveyi sahiplenmeyi, BM parametrelerini yeniden tanımlamak gibi tehlikeli önerilerle öne çıkıyor. En anlaşılmaz tutum ise sanırım Birleşmiş Milletler’in tutumudur. BM, kendi Genel Sekreterinin adını taşıyan belge için hiç bir irada ortaya koymamaktadır.

Guterres çerçevesi, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in, hem doğrudan, hem de özel danışmanı vasıtasıyla garantörler de dahil tüm tarafları dinledikten sonra, ve kimin hangi konularda ne kadar esneyebileceğini, hangi konularda kesinlikle esneme payı olmadığını derinlemesine keşfettikten sonra oluşturduğu bir belgedir. Dolayısıyla, söz konusu çerçeve, taraflarca kabul edilemez olan pozisyonları eleyen ve sadece tüm taraflarca kabul edilebilir pozisyonları içeren bir uzlaşı belgesidir.

Guterres çerçevesi, 2:1 oranı ile dönüşümlü başkanlığı, karar alma süreçlerinde Kıbrıslı Türklerin bir olumlu oyunun aranacağı etkin katılımı, önemli konularda tıkanıklıkların aşılması mekanizmasını, toprak düzenlemelerine tabi olmayan yerlerde şu anki kullanıcıya, toprak düzenlemelerine tabi olan bölgelerde mülkünden edilmiş sahiplere öncelik veren bir mülkiyet rejimini, adı geçmese de Omorfo olarak yorumlanan bölgenin toprak düzenlemeleri çerçevesinde Kıbrıs Rum kurucu devletine iade edilmesini, Türkiye ve federal Kıbrıs arasında hizmetlerin ve sermayenin turist, öğrenci ve mevsimsel işçilerin serbest dolaşımını, ve daimi ikamette Kıbrıs’taki Yunan ve Türk vatandaşlarına eşdeğer muameleyi öngörmektedir.

Güvenlik ve garantiler konusunda ise, federal Kıbrıs’ta her iki toplumun da kendisini güvende hissetmesi gerektiğini, bir tarafın güvenliğinin diğerinin güvenliği pahasına olmaması gerektiğini vurgulamaktadır. Müdahale hakkının geçerli kalacağı bir sistemin sürdürülebilir olmadığını belirten belge, Garanti Antlaşmalarının yerini, belli durumlarda garantör güçlerin de dahil olabileceği uygulamayı izleme mekanizmalarının alabileceğini söylemektedir. Adadaki askeri varlık ile ilgili konuların ise (sayı, çekilmenin söz konusu olup olmayacağı, çekilme takvimi, vs.) garantör ülkelerin başbakanları düzeyinde ele alınıp kararlaştırılması gerektiğini belirtmektedir.

Tekrarlamakta fayda var: Bu çerçeve, tüm taraflarla görüşüldükten sonra hazırlanmış bir uzlaşı belgesidir!


50 yıllık Kıbrıs müzakere tarihinde ortaya çıkan en önemli belgelerden biri olan Guterres çerçevesini yeniden müzakereye açmak, Genel Sekreter’in taraflar arasında başarıyla kurduğu hassas dengeyi bozmak ve iki yılı aşkın süreci sıfırlayarak on-yıllar kaybetmemize neden olmak demektir. Belgenin bertaraf edilmesine izin vermek ise, sadece son iki yılın değil, 50 yıllık müzakere parametrelerinin sorgulanmasına kapı açmak demektir. Bu da en çok, uluslararası topluma ve hukuka dahil olmayan Kıbrıslı Türklere zarar verir. BM, Guterres çerçevesinin korunması için bir an önce net bir irada ortaya koymalıdır. Bu, 50 yıldır müzakerelere ev sahipliği eden BM’nin taraflara karşı yükümlülüğüdür.

Cüret edip, Kıbrıslı Türklerin sığınabileceği tek limanın, BM parametrelerinde siyasi eşitliğe dayalı federal bir çözüm perspektifi olduğunu iddia edeceğim. Bunun dışındaki her alternatif Kıbrıslı Türklerin bilinmeyen sulara sürüklenmesi demektir. Sayın Akıncı’nın bir an önce Guterres çerçevesine harfi harfine bağlılığını uluslararası kamuoyuna duyurması, uluslararası toplumun desteğini de alarak Anastasiadis’i bu çerçevede masaya oturmaya ikna etmesi gerekmektedir. Bu, Kıbrıs sorununu çözmek için büyük bir irade ortaya koymuş olan ve Crans Montana’ya kadar süreci adeta tek başına sürükleyen Akıncı’nın tarihi sorumluluğudur!


Taraflara sunulduğu şekliyle Guterres çerçevesi:

Siyasi eşitlik
2:1 oranı ile Dönüşümlü Başkanlık
Karar-alma (etkin katılım): Bir olumlu oyun aranacağı salt çoğunluk.
Toplumlar için hayati öneme sahip konular durumunda tıkanıklıkların aşılması mekanizması.

Mülkiyet
İki mülkiyet rejimi: toprak düzenlemelerine tabi olan ve olmayan bölgeler için: Toprak düzenlemelerine tabi olan yerlerde rejim, mülkünden edilen sahiplere öncelik verecek.
Toprak düzenlemelerine tabi olmayan yerlerde rejim, şu anki kullanıcıya öncelik verecek. Spesifik unsur üzerinde daha ileri tartışmalar yapılacak.

Toprak
Belli bölgeler ile ilgili Kıbrıslı Rumların dile getirmiş olduğu endişelere cevap verebilmek için Kıbrıslı Türklerin sunduğu haritada bazı düzenlemeler gerekmektedir.

Güvenlik ve garantiler
Müdahale hakkının geçerli kalacağı bir sistem sürdürülebilir değildir. Garanti Antlaşmalarının kapsadığı alanların yerini, iki tarafça üzerinde mutabık kalınan ve çeşitli boyutları içeren, yeterli uygulamayı izleme mekanizmaları alabilir. Bunların bazılarına garantör güçler de dahil olabilir. Güvenlik sistemi her iki toplumun da birleşik Kıbrıs’ta kendisini güvende hissetmesini temin etmeli, ve bir tarafın güvenliği diğerinin güvenliği pahasına olmamalı.
Asker konusu Garanti Antlaşmasından farklı bir konudur ve farklı bir formatta ele alınmalıdır. Asker ile ilgili konular üzerinde (sayı, çekilmenin söz konusu olup olmayacağı ve zamanı, takvim, vs.) doğru zaman geldiğinde en üst düzeyde anlaşmaya varılacak.

Eşdeğer muamele
Malların serbest dolaşımı (= gümrük birliği + birincil tarımsal ürünler için bir kota üzerinde anlaşılacak), hizmetler ve sermayede sorun yok.
Kişilerin serbest dolaşımı: rejim turistlerin, öğrencilerin ve mevsimsel işçilerin girişine izin verecek. Daimi ikametgah isteyenler söz konusu olduğunda Kıbrıs’taki Yunan ve Türk vatandaşlarına eşdeğer muamele yapılacak.