Esra Aygın
Geçtiğimiz
günlerde bir arkadaşım, Enosis kararının Kıbrıslı Türkler üzerindeki etkisini yabancı
bir diplomata anlatmaya çalışırken, “Kıbrıslı Türklerin duymaya asla tahammül edemeyeceği
üç şey var” dedi: “Elam, Enosis, ve
‘Azınlıksınız’”.
Şubat ayında önce
Kıbrıs Rum meclisi aşırı sağcı ELAM tarafından getirilen 1950 Enosis
plebisitinin devlet okullarında her yıl anılması önerisini onayladı ve solcusundan
sağcısına, barış yanlılarından barış karşıtlarına Kıbrıs Türk toplumunun tüm
kesimlerinde büyük bir tepkiye neden oldu. Bunu takip eden günlerde ise,
Kıbrıslı Rum lider Anastasiadis, gerek Kıbrıslı Türk lider Mustafa Akıncı’nın
giderek sertleşen açıklamaları gerekse Türkiye’den gelen yorumlar karşısında
adeta köşeye sıkışmış bir kedi gibi tepki verdi ve Kıbrıslı Türklere “azınlık”
olduklarını hatırlattı.
Böylece,
görüşmelerin en hassas döneminde, bir çözüme artık dokunabileceğimizi
düşündüğümüz bir noktada, arkadaşımın sözünü ettiği “asla duyamayacağımız” bu
üç kelime günlük hayatımızın parçası haline geldi.
Kıbrıslı
Türklerin bilinçaltındaki en derin travmaları canlandıran, varoluşlarına dair
tüm bastırılmış endişe ve korkuları tetikleyen Enosis kararı, ardından basın
üzerinden yaşanan karşılıklı suçlamalar, sert açıklamalar, milliyetçi
refleksler ve sonuç olarak müzakerelerin sekteye uğraması toplumun göz ardı
edilemeyecek bir kısmının çözüme olan inancını ve Kıbrıs’ta ortak bir yaşama
dair güvenini temelden sarstı.
Kıbrıslı
Türklerin yaşadığı hayal kırıklığında kuşkusuz, Kıbrıslı Rum lider Nikos
Anastasiadis’in iktidar partisi DİSİ’nin ortaya koyduğu tutumun büyük rolü var.
Teklifin ırkçı ELAM tarafından getirilmiş olması bile reddedilmesi için yeterli
bir sebepken DİSİ’nin çekimser kalarak teklifin geçmesini sağlaması, toplum
desteği düşük aşırı sağ grupların meclis içindeki veya dışındaki karar ve
eylemlerinin, çoğunluğun sessizliği, korkaklığı veya küçük çıkarları yüzünden
zemin bulabileceğini gösterdi.
Kriz çözüm sürecinin zaaflarını ortaya çıkardı
Enosis krizi,
Kıbrıs’ta toplumların birbirlerini ne kadar az tanıdığını, müzakere sürecinin
sivil toplum ve genel olarak toplumun geniş kesimlerinden kopuk yürütülmesi
dolayısıyla ne kadar kırılgan olduğunu, ve kriz karşısında içgüdüsel olarak
milliyetçi refleksler gösteren liderlerin bu tarz krizleri yönetme becerisinden
yoksun olduğunu gösterdi.
Kıbrıs Rum
toplumu içerisinde bu kararın vahametini dile getirenler olsa da, ortalama bir
Kıbrıslı Rum, hatta siyasi elitlerin büyük kısmı, bu kararın - daha doğrusu
‘Enosis’ kelimesinin - Kıbrıslı Türkler için varoluşsal bir tehdit olduğunu
bilmiyor. Kıbrıslı Türkler ise, Enosis’in Kıbrıslı Rumlar açısından Kıbrıslı
Türklerle alakalı olmadığını, kolonyalizm ve İngiliz idaresine karşı verilmiş
bir mücadeleyi temsil ettiğini bilmiyor. Aynen dağdaki KKTC bayrağının, 20
Temmuz kutlamalarının ne anlama geldiğini, ne kadar büyük acıları
çağrıştırdığını bilmedikleri gibi.
Yıllar boyunca
Kıbrıs’ın her iki tarafında sürdürülen korku, güvensizlik, nefret ve
milliyetçilik politikaları, günlük hayatımızın her alanına sızan propaganda ve
resmi söylem ve sloganlar, ve selektif tarih öğretimi adada birbirini
tanımayan, birbirlerinin endişe, korku ve hassasiyetlerinden haberi olmayan - daha
da önemlisi - bunları önemsemeyen iki toplum yarattı. Kıbrıslı Türkler ve
Kıbrıslı Rumlar arasındaki ekonomik, kültürel, sportif, eğitimsel işbirlikleri
yaratacak güven artırıcı önlemlere siyasi liderlikler tarafından yeterli
önceliğin verilmemiş olması da iki toplum arasındaki uçurumda büyük rol oynadı.
Müzakerelerin iki
lider tarafından dar ekipleri ile yürütülüyor olması, toplumun geniş
kesimlerini ve sivil toplumu içermemesi süreci bu tarz krizlere karşı
dayanıksız kılıyor. Toplumlar tarafından sahiplenilmemiş, sivil toplumu
kapsamayan ve söz sahibi yapmayan sürecin akıbeti ister istemez iki liderin iki
dudağı arasında ki bu da çözüm çabaları açısından çok büyük bir zafiyet.
Hayatlarını
Kıbrıs’ta barışa adamış, bunun için bedel ödemiş liderler ise, bu son olayın
açıkça ortaya koyduğu gibi, krizleri yönetebilmekten uzak. Bu ve buna benzer
krizler karşısında, liderlerin geleneksel milliyetçi söylem ve reflekslerle
hareket etmek yerine, sorunu müzakerelerin ve toplumların en az yara alacağı
şekilde soğukkanlılıkla ele alarak süreci koruması gerekirdi. Federal bir
çözüme ulaşabilmemiz durumunda da, özellikle kurucu devletlerin yetkisine
bırakılan eğitim konusunda diğer toplumu rencide edebilecek yanlış veya kötü
niyetli girişimler olabilecektir. Kıbrıs’ı bir federasyona götürürken
liderlerin en önemli görevlerinden birisi de krizlerin toplumların geneline yayılmadan
karşılıklı anlayış, diyalog ve işbirliği ile çözülebileceğini, Kıbrıs’ta çözüm
ve barış vizyonunun, tüm günlük krizlerin ve kötü niyetli girişimlerin üzerinde
bir vizyon olduğunu toplumlara göstermek, bu güvenceyi verebilmektir.
İşe bu üç faktör,
yani toplumların birbirlerini tanımaması, sürecin toplumun geniş kesimlerine yayılmamış
olması ve liderlerin krizlere karşı dayanıksızlığı, ELAM gibi aşırı sağ
grupların toplumların korkuları, travmaları, endişeleri üzerine krizler inşa
etmesini ve çözüm sürecini kolayca sekteye uğratmasını mümkün kılıyor.
Akıncı’nın güven bunalımı ve son damla olarak Enosis
Akıncı’nın Enosis
kararına verdiği ilk tepki toplumun tüm kesimlerince desteklendi. Ancak bunu
izleyen günlerde Anastasiadis’in kararı önemsizleştirmeye çalışması ve Kıbrıs
Türk toplumunun tepkisinin aşırı olduğunu söylemesiyle, Kıbrıslı Türk liderin
açıklamalarının dozu giderek arttı ve masadan kalkmaya kadar vardı.
Ancak, Kıbrıslı
Türklerin azımsanmayacak bir kısmı tarafından aşırı bulunan bu tepki aslında
sadece Enosis kararı ile ilgili değil, Akıncı’nın 22 aydır süreçte yaşadığı tüm
hayal kırıklıkları ve kırgınlıkların bir dışa vurumudur.
Süreç boyunca karşı
karşıya kaldığı birden fazla olay ve tutum nedeniyle Anastasiadis’in çözüm
isteği ve kararlılığına olan güveni sarsılmaya başlayan Akıncı açısından Enosis
kararı ‘bardağı taşıran son damla’ oldu.
Akıncının
Anastasiadis ile ilgili ilk büyük şüphesi geçtiğimiz Eylül ayında New York’ta
BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon ile gerçekleştirdikleri ortak görüşmede oluştu. İki
lider, New York’a Kıbrıs ile ilgili uluslararası bir toplantı için net bir yol
haritası ortaya koyma planıyla gitmişlerdi. Ancak Anastasiadis son dakika
fikrini değiştirerek BM Genel Sekreteri ile ortak görüşmede uluslararası
konferans ile ilgili konuşmayı reddetti.
Kasım ayında
gerçekleştirilen ilk Mont Pelerin toplantısında Akıncı çözüm sürecinin önünü
açmak büyük bir siyasi cesaret ve liderlik göstererek, hatta kendi ekibini ve
Türkiye’yi karşısına alma riskini alarak, Kıbrıs Türk kurucu devletine kalacak
toprak oranının %29.2 olması önerisini yaptı. Buna karşılık Anastasiadis süreci
devam ettirmek yerine AKEL ve Yunanistanla görüşme gerekçesi ile ara istedi. En
zorlu konulardan biri olan toprakta büyük bir ilerlemenin önü açılmışken verilen
bu ara sürece büyük darbe vurdu. Birçok siyasi gözlemciye göre eğer ara
verilmemiş ve Mont Pelerin toplantısı o akşam devam etmiş olsaydı çözüm süreci
bugün çok farklı bir yerde olabilirdi.
Yaklaşık bir
hafta sonra yeniden başlayan Mont Pelerin toplantısı, Yunanistan’ın Kıbrıs konusunda
yapılacak uluslararası konferansa getirdiği ön şartın neden olduğu krizle
başladı. On yıllardır “Kıbrıs karar verir Yunanistan destekler” ilkesi ile
hareket eden Yunanistan, Kıbrıs ile ilgili uluslararası bir konferansa katılmak
için konferansın amacının garantilerin ortadan kaldırılması ve Türk askerinin
tamamıyla adadan ayrılması olması ön şartını ortaya koydu. İki günlük Mont
Pelerin toplantısının büyük kısmı bu ön şartın geri çekilmesini sağlamaya
çalışmakla geçti. Uluslararası toplumun yoğun çabaları ile Yunanistan bu ön
şarttan vazgeçti, ama bu sorunla başlayan toplantıda bir mutabakat çıkmadı.
Anastasiadis Akıncı’nın bir önceki toplantıda attığı adıma karşılık vermedi ve
sürecin uluslararası konferansa taşınması o aşamada engelledi.
Yine uluslararası
toplumun yoğun çabası ile süreç Ocak ayında Cenevre’ye taşındığında ise,
Akıncı, KKTC hükümetinin ve Türkiye’deki bazı kesimlerin “dönüşümlü başkanlığı
almadan asla harita vermemesi” yönündeki yoğun baskıları görmezden gelerek BM’ye
Kıbrıs Türk kurucu devletine %29.2 oranında toprak bırakacak düzenlemeleri
içeren haritayı sundu. Ancak, Kıbrıs Türk tarafınca tarihte ilk kez yapılan bu
açılım da süreci ileriye taşımaya yetmedi. Yunanistan güvenlik ve garantiler
ile ilgili konuşmak için hazır olmadığını söyleyerek süre istedi. Böylece tüm
umutlara rağmen Cenevre Konferansı planlanandan kısa sürdü ve bir sonuç üretmedi.
Süreçte yaşadığı tüm
bu hayal kırıklıkları ve kırgınlıklar, attığı adımların karşılık bulmaması,
sürekli gelen erteleme talepleri Akıncı’da büyük bir güven bunalımı yarattı.
Tüm bunların üzerine gelen Enosis kararı ile birlikte Akıncı’nın müzakere
süreci ile ilgili ciddi bir sorgulama içine girdiği görülüyor.
Kıbrıslı Türk
lider Akıncı, federal çözüm yolunu sonuna kadar yürüyecekse - ki bu, çok büyük bir
ihtimalle, dönem dönem Türkiye ile ters düşme riskini almasını da içerecek -
Anastasiadis’e yüzde yüz güvenebileceğinden, Rum liderin gerçekten çözüm
istediğinden, kararlı olduğundan, gerekli tüm siyasi riskleri alarak son mili kendisi
ile birlikte sarsılmaz adımlarla yürüyebileceğinden emin olmak istiyor. Akıncı,
Anastasiadis’in tam da şu anda bu krizi aşmak için takınacağı tavrın ve atacağı
adımların samimiyetinin, iradesinin ve kararlılığının göstergesi olacağını
düşünüyor.
Yeni metodoloji arayışı
Birleşmiş
Milletler, eğer bir ayı aşkın bir süredir devam eden bu krizi aşmanın yolu
bulunur ve iki lider yeniden müzakere masasına oturursa, açıkta kalan konuların
yeni bir yöntemle ele alınması için bir çalışma yapıyor.
Geçtiğimiz Mayıs
ayından beridir müzakere masasında harcanan zamanla alınan sonucu çok orantısız
bulan BM yetkilileri sürecin daha sonuç alıcı ve verimli hale gelmesi için
konuların önem derecelerine göre ele alınmasının ve kalan sınırlı zamanda özlü
konulara odaklanılmasının faydalı olabileceğini düşünüyor.
Kıbrıs’ı federal
bir çatı altında birleştirmek için neredeyse 50 yıldır devam eden müzakerelerin
Haziran 2017’ye kadar bir sonuca varması gerektiği, aksi taktirde ne BM’nin, ne
uluslararası toplumun, ne Kıbrıs’taki tarafların, ne de garantör güçlerin bir
daha kolay kolay böyle bir çaba içerisine girmeyeceği artık yüksek perdeden
dile getiriliyor. Bu yönde bir irade ortaya çıksa bile bölgesel gelişmelerin
Kıbrıs’ta çözümü olası kılmasına ihtimal verilmiyor.
Kıbrıslıların bunun
ne anlama geldiğini tam olarak idrak ettiğini düşünmüyorum. Belki de BM Genel
Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’nin geçtiğimiz günlerde
bir gazeteye verdiği röportajda söylediği şu cümleyi tekrar tekrar okumamızda
fayda var:
"Süreç
çökerse bir kaç yıl bekleyip, işler yoluna girer, BM yeniden gelir ve yeniden
deneriz düşüncesi içerisinde olunamayacağı yönünde hislerim var. Bilmiyorum. Bu
yüzden endişeliyim. Burada yaşıyor olsaydım daha da endişeli olurdum."
http://www.yeniduzen.com/elam-enosis-azinliksiniz-ve-akincinin-guven-bunalimi-87723h.htm
http://www.yeniduzen.com/elam-enosis-azinliksiniz-ve-akincinin-guven-bunalimi-87723h.htm
No comments:
Post a Comment